Gezi Parkı olayları, Mısır darbesi, Suriye krizi ve kimyasal silah kullanımı, G20 Toplantısı, BM Genel Kurul Toplantısı; tüm bu gelişmelerde, Başbakan Erdoğan odak olmak üzere, AK Parti ile Batı arasında ciddi bir kopukluk ve güven sorunu yaşandığını gördük. Olumsuz bir Türkiye algısı Batı’da gelişti ve dokundu.
Şimdi de, MİT ve Müsteşarı Hakan Fidan üzerine olumsuz yazılar Amerika ve İsrail’de peş peşe yayımlanıyor.
Tecrübeli gazeteci David Ignatius’un, 17 Ekim tarihli Washington Post yazısı, Hakan Fidan’a açık bir saldırı niteliğindeydi. Yazıda, hem Hakan Fidan, “İran’la dostça ilişkileri olan” biri olarak tanımlanıyordu, hem de yazının sonunda, Ortadoğu’da çok hızlı bir değişimin yaşandığı vurgulanırken, bu değişimin önemli aktörleri içinde Türkiye’ye yer verilmiyordu.
Hakan Fidan hakkında ilk olumsuz yazı, 9 Ekim’de Wall Street Journal’da yazılmıştı. İgnatius’un yazısı da çok olumsuzdu. Bu yazıları, başka gazetelerde çıkan olumsuz yazılar izledi.
Tüm bu gelişmeleri birlikte düşündüğümüzde, nasıl bir tabloyla karşılaşıyoruz?
Hakan Fidan üzerine yayımlanan olumsuz yazılarda amaçlanan ne?
Hakan Fidan mı hedef alınıyor? Başbakan Erdoğan ve AK Parti mi? Yoksa Türkiye mi?
Batı ve uluslararası toplumda, Gezi’den bugüne, çok olumsuz bir Türkiye algısı gelişti. Bir taraftan, “Türkiye otoriterleşiyor mu?” sorusu sürekli sorulurken, diğer taraftan da, Türkiye aktif dış politikası üzerine olumsuz yorumlar yapılıyor.
Kritik bir dönemden geçiyoruz. Sanki, Türkiye, çok hızla değişen Ortadoğu denkleminden ve tartışma masasından dışlanmak isteniyor.
Türkiye’nin, bölgesel ve küresel gücünün, kapasitesinin ve etkisinin aşırı abartılması ve bu yönde geliştirilen aşırı özgüvenli ve tepkici dış politika söylemi ve Batı eleştirisi, dışarıda üretilen olumsuz Türkiye algısının temel nedeni olarak ortaya çıkıyor.
Hakan Fidan’a yapılan, planlı ve bilinçli bir saldırı. Artı, Hakan Fidan yoluyla Başbakan Erdoğan’a da yapılan bir saldırı.
Bununla birlikte, yukarıda sıraladığımız tüm gelişmelerin ışığında, bu saldırının esas hedefinin, Türkiye’nin Ortadoğu ve Arap Baharı politikası olduğunu, esas amaçlananın da, Türkiye’nin bölgesel yerine, rolüne ve etkisine yeni bir ayar vermek olduğunu görebiliriz.
“İstihbarat savaşları” adı altında, aslında, Hakan Fidan yoluyla Türkiye hedef alınıyor; başta Amerika’nın olmak üzere, son dönemde gelişen Türkiye’ye olumsuz bakış pekiştirilmek isteniyor.
Türkiye’nin bu algıya karşı hamleleri ne olabilir?
1) Çözüm sürecini canlı tutmak ve Türkiye-Kürtler arasında bölgesel ve küresel işbirliğini güçlendirmek.
2) Türkiye-AB ilişkilerini canlandırmak ve AB çapasını aktif Türkiye dış politikasının ana ekseni yapmak. Diğer deyişle, daha önce yapıldığı gibi, Batı’ya yaklaşarak Doğu’da bölgesel açılımlar da bulunmak.
3) Ülke içinde demokratik reformu ve demokrasi standardını yükseltmek. Bu yolla, “Türkiye otoriterleşiyor mu” sorusuna yanıt vermek.
4) Filistin sorununun çözümünde aktif arabulucu rol oynamak, Hamas’ın masaya oturması için çalışmak.
5) İsrail ile normalleşme sürecinin başarıya ulaşması için çaba ve irade göstermek.
Bu hamleler, Türkiye’nin, uzun zamandır dış politikasında odaklandığı Şam-Kahire ekseninden çıkarak, “Tahran-Tel Aviv-Brüksel-Washington ekseni”ne yönelmesini sağlayacaktır. Dış politikaya yeniden yön verme ve vizyon kazandırma, Türkiye’ye karşı bugün geliştirilmeye çalışılan dışlama stratejisine de yanıt vermek anlamına gelecektir. Bu da, bugün yapılması gerekendir.