Fuat Keyman

Fuat Keyman

fkeyman@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Siyaset, bir anlamda da, değişimi doğru okumak ve ona göre söylem ve vizyon geliştirmektir.
Değişimi doğru okuyanlar, siyasette başarılı olurken, okuyamayanlar için sonuç bunun tersidir.
Dünyadaki örnekleri gibi, Türkiye siyasi tarihi de, bu saptamayı doğrulayacak örneklerle doludur.
AK Parti’nin, 2002’den bugüne kadar oylarını ve toplumal desteğini arttırarak Türkiye’yi güçlü çoğunluk hükümeti, hatta egemen parti olarak yönetmesi de, siyaset-değişim ilişkisini doğru okumanın en açıklayıcı örneklerinden biri olmuştur.
AK Parti, dünyada ve Türkiye’de yaşanan değişim ve dönüşümü doğru okuduğu ve bu temelde söylem ve vizyon geliştirdiği için başarılı oldu.
Muhalefet partilerinin başarısızlığı da, değişim ve dönüşümün gerisinde kalmaları nedeniyle oluştu.
Bugün, Gezi Parkı protestolarından başlayarak toplumsal tepki hareketine dönüşmüş bir süreci yaşıyoruz. Süreç 9. gününe girdi. Tüm Türkiye’ye yayılıyor.
Cumhurbaşkanı Gül’den, Başbakan Yardımcısı Arınç’tan ve bazı AK Parti üst yöneticilerinden gelen olumlu ve ortamı yumuşatıcı mesajlara rağmen, yaşadığımız sürecin geldiği noktadan her geçen gün biraz daha endişeleniyorum, toplum olarak endişeleniyoruz.
Her geçen gün, Türkiye istemediğimiz olaylara ve provokasyonlara açık ve kırılgan hale geliyor.
Her geçen gün, Türkiye daha da geriliyor, kutuplaşma daha da derinleşiyor.
Artık, bu sürecin bitmesi, kalabalıkların evlerine dönmesi, sorunların konuşularak ve müzakere yoluyla halledilmesi, ve Türkiye’nin normale dönmesi gerekiyor.
Bunun için de, Başbakan Erdoğan’a büyük bir görev düşüyor.
2002’den bu yana siyaset-değişim ilişkisini doğru okuyarak büyük başarı elde etmiş olan Başbakan’ın, Gezi Parkı protestosuyla başlayan ve Türkiye’ye yayılarak bugün “toplumsal tepki hareketine” dönüşmüş süreci doğru okuduğunu düşünmüyorum.
Doğrudur; İstanbul ve Taksim Meydanı’nı, Kahire ve Tahrir Meydanı gibi okumak ve yaşananları da Arap Baharı benzeri bir “Türk Baharı” olarak okumak yanlıştır.
Bugün, Tahrir Meydanı ve Türk baharı yaşamıyoruz.
Bu yorumu yapmak, Türkiye’nin değişimini ve dönüşümünü yanlış ve taraflı okumaktır.
Ama, bugün yaşadıklarımız da, ne Cumhuriyet mitingleri benzeri bir sürece, ne yabancı güçlerin iç güçlerle birlikte tasarladıkları bir müdahaleye, ne de “CHP ve aşırı grupların ittifakında gelişmiş bir tepki”ye indirgenebilir.
Ne Gezi Parkı’na gidenler çapulculardır, ne de bugün geldiğimiz nokta bir “yabancı güçler-iç güçler-CHP tasarımı”dır.
Bu indirgeme, Gezi Parkı protestosunu da, bugün geldiğimiz noktayı da yanlış okumaktır.
Başbakan ve yakın çevresi, süreci doğru okumuyorlar.
Şaşırıyorum; çözüm süreci gibi çok karmaşık ve riskli bir sorunda, değişimi doğru okuyarak ve şefkatli, kapsayıcı bir dille, başarı elde eden Başbakan, bugün, Gezi Parkı ve sonrasını doğru okuyamıyor, şefkatli ve kapsayıcı bir dil kullanmıyor.
Değişimi doğru okuyarak “Dağı çözme” noktasına gelen Başbakan, “Meydanı Çözme” noktasında bu kadar sert ve dışlayıcı olabiliyor.
Endişeleniyorum; bu süreç insanları kırıyor, toplumu geriyor, Türkiye’ye içerde ve dışarda çok büyük bir zarar veriyor.
Size bu süreçte yapılmış büyük terbiyesizlikler olabilir.
Başbakanlık Ofisi’ne saldırmak, dükkanlara ve kamu mallarına zarar vermek çok büyük yanlış.
Ama bunları yapanlar azınlık.
Kalabalıklar, hiçbirimiz, bu terbiyesizlikleri ve saldırıları tasvip etmiyoruz.
Reyhanlı katliamını yeni yaşadık. Bu gerilim devam ettikçe, büyük provokasyonlar olabilir.
Çözüm süreci provokasyonlarla yara alabilir.
Türkiye’nin çok büyük zarar görebileceği bir noktaya gidiyoruz endişesindeyim.
Lütfen Sayın Başbakan, şefkatle ve empatiyle konuşun; süreci başa döndürün; “Evlerinize dönün ve konuşalım” çağrısını yapın.
Biber gazlarının ve aşırı polis gücü kullanımının duracağını söyleyin.
Toplumun sizden duyacağı kapsayıcı ve kucaklayıcı, “Eve dönün ve konuşalım” çağrısı, bugün değişimi doğru okumaktır.
Bu çağrıyı toplum sizden bekliyor.