Ünlü edebiyatçı Amin Maalouf’un çok beğendiğim çalışmalarından biri de, Türkçeye “Çivisi Çıkmış Dünya” olarak çevrilen kitabıdır.
Maalouf, bu kitabında, 11 Eylül-sonrası savaşa, işgale, ötekileştirmeye savrulmuş dünyayı, “çivisi çıkmış bir dünya” olarak niteler.
Çivisi çıkmış dünya, dogmanın aklı; yalan söylemenin ve çamur atmanın tartışmayı; ötekileştirmenin birlikte yaşamayı ve “dost-düşman ilişkisi” olarak siyasetin “iyi ve adaletli toplum yönetimi olarak” siyaseti esir aldığı bir dünyadır.
Çivisi çıkmış dünyada; kutuplaşma, cepheleşme, farklı olanı dışlama, karalama, vicdansızlık, acı ve üzüntü vardır; insan olma yerini kimlikçiliğe ve taraftarlığa bırakır; ölümlere üzülmede bile “biz-onlar karşıtlığı” yapılır.
11 Eylül-sonrası dönemde, neo-muhafazar güvenlikçi-çıkarcı ideolojinin ve aktörlerin, nasıl dünyanın çivilerini çıkardığını ve tüm dünyayı felakete sürüklediğini gördük, yaşadık.
2013 yılına çok umutlu başlamıştık.
2013 yılı, “Çözüm” yılı, “Yeni Anayasa” yılı, “Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması” yılı olacaktı.
İlk altı ayı da bu umutlarla geçirmiştik.
Ama, olmadı.
Umuda doğru sallanan sarkaç, Türkiye siyasi tarihinde her zaman olduğu gibi, ters istikamete, karamsarlığa doğru sallanmaya başladı. Umut yerini karamsarlığa bıraktı; kutuplaşma, cepheleşme derinleşti.
Türkiye savrulmaya başladı.
Arap Baharı, Mısır Darbesi, Suriye’de iç savaş: Türkiye’yi ilgilendiren tüm bu kritik süreçlerin tartışılmasında, dış politika iç politika malzemesi oldu, savruldu, kutuplaşma tarafından esir alındı.
Dış politika tartışması, bir tarafta, “hayalci bir Ortadoğu ve küreselleşme okuması”nın, diğer tarafta, hükümetin hatalarına sevinmenin yer aldığı bir cepheleşmeye indirgendi.
Suriye’ye askeri müdahale sürecinde, Rusya ve Putin galip çıktı. Sorunun Rusya-ABD öncülüğünde müzakereyle masada normalleşmesi olanağı da doğmuş oldu.
ABD ve Obama, bu olasılığı olumlu kabul ederken, Türkiye’deyse, kutuplaşmış tartışma devam etti. Sanki, Türkiye, Suriye iç savaşından etkilenecek en riskli ülke değilmişçesine. Çözüm sürecinde tıkanma var. Normal olan, sürenin canlandırılmasını tartışmak. Yapılansa tam tersi: Bir taraf, içi boş “süreç devam ediyor” saptamasını bıkmadan dile getiriyor, diğer tarafsa, çözüm süreci yoluyla hükümeti eleştirmeye devam ediyor.
Gezi Parkı direnişinden beri çocuklarımız ölüyor; 19-22 arası beş çocuğumuzu kaybettik. En son, Ahmet Atakan’ı kaybettik.
Ali İsmail’den Ahmet’e, beş genç: Çocuklarım yaşındalar, gözlerim doluyor, içim daralıyor. Onlar, hepimizin çocukları olmalı. Ama, bu çocukların ölümlerine bile kutuplaşmış bir tarzda yaklaşılıyor. Bu ölümlere üzüntüyü, bir taraftan, duymuyoruz. Gösteri varsa, polise taş atılıyorsa, polis gerekeni yapar deniliyor. Olur mu? Bu mantık, kabul edilebilir mi? Ben, ODTÜ’lüyüm. Hala, ODTÜ kimliğim ağır basar. Ama, ODTÜ’de, başörtülü kızlara yapılanları kabul edemiyorum. Hiçbir gerekçe, yapılanları açıklayamaz.
Buna karşın, ODTÜ’nün faşist olduğu saptaması da doğru değil. Tek bir ODTÜ yok; ne dün, ne bugün.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Ama şu gerçeği görmeliyiz: Türkiye, her alanda savruluyor. İyi yönetilmiyor. Kutuplaşma, cepheleşme iyi yönetimi esir alıyor.
2014 Yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri dönemine giriyoruz. Seçim dönemleri riskli ve serttir. Savrulan Türkiye, bir anda, Çivisi Çıkmış Türkiye’ye dönüşebilir.
Olimpiyatları alamamak; G20’de ve sonrası Suriye tartışmasında, masanın dışında kalmak; genelde, uluslararası toplumun Türkiye’ye bakışındaki olumsuz değişim; tüm bunlar, önemli göstergeler. Sarkaç karamsarlığa dönüyor, çivisi çıkmış Türkiye riski artıyor.
Türkiye bunu hak etmiyor.