Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Perihan Mağden’in “Babasız Kızlar Balosu” isimli şiirini bilir misiniz?

“bu davette topuğunuzun ya da kanadınızın
biri kırık olmalı
bu şartı yerine getirmeyenler
kırık ön dişler ya da deşik ciğerlerle de
katılabilirler”

Baba Zula da şiirin iki dizesiyle bestelenmiş halini seslendirmişti vaktiyle:

“Babamız bizi sevmedi.

Siz çirkin değilsiniz

Çirkiniz! Çirkiniz!”

Babası tarafından sevilmeyen kızlar kendilerini çirkin hisseder. Hayattaki ilk erkek figürlerinin sevgisinden yoksun bırakıldıkları için hiçbir zaman tam olarak kendilerine güvenmezler. O yoksunluk ki, üzerinde çalışılmadığı takdirde bir ömür sürecek değersizlik duygusunun santra atışıdır. Topuklarının ya da kanatlarının biri kırıktır. Ön dişleri kırıktır yahut ciğerleri deşik. O kızlar kendilerini çirkin hissederler. Çünkü babaları onları sevmemiştir. Babalı yetimlerdir. Kalplerinde o koca boşluk yaşama devam ederken, tutup baba eksiklerini tamamlayacağını düşündükleri bir adama âşık olurlar. Şansları yaver giderse sarılıp sarmalanır, bir nebze iyi hissederler kendilerini. Ama çoğu aradığını bulamaz. Çünkü erkek kendisine eksiklik duygusuyla gelen kadını gözünden tanır. Onun babası olma sorumluluğunu almak istemez. O istemedikçe yetim kız diretir. Bağımlı ilişkilerin dinamiği de budur zaten. Adam ne kadar eziyet ederse etsin vazgeçmez babalı yetim kızlar. Zannederler ki, o adamla olabilirse babaları onları sevmiş olacaktır. Bilemezler tabii, hiçbir erkek baba boşluğunu dolduramaz.

Haberin Devamı

Bir hafta önce vizyona giren, yapımcılığını Mine Şengöz’ün yaptığı, senaryosunu Sema Kaygusuz ve Yıldız Bayazıt’ın yazdığı, Mehmet Binay ve Caner Alper’in yönettiği “Bergen” filmi, arabeskin 80’li yıllardaki en parlak ismi olan Bergen’in hayatını anlattığı kadar, ‘babasız kız’ dramını da başarıyla işliyor.

1959 yılında Mersin’de yedi çocuklu bir ailenin en küçük kızı olarak dünyaya gelir Bergen, gerçek adıyla Belgin. Kocası tarafından aldatılan anne, yanına Belgin’i alarak Ankara’ya gider. Terzilikle geçimini sağlayan annesi ve kendisi. Koca Ankara’da bir başına. Baba yok. Değil mi ki Freud "Çocuklukta babanın koruyucu kanatları altında olmaktan daha güçlü bir gereksinim düşünemiyorum" der, en büyük gereksinimi açık bir yara gibidir Belgin’in. Müziğe yeteneği çocuk yaşta ortaya çıkmış, babası kendisine bir mandolin almıştır. Mandolinine babasına sarılır gibi sarılırken, boşluğuna en iyi gelen notalar sırtını sıvazlar. Gel zaman git zaman konservatuvar sınavlarına girer, birincilikle kazanır. Çello eğitimine başlar. Bir gün bir mağazada rastladığı ve alamayacağı kadar pahalı olan çellonun arkasında Bergen yazısını görür. Çellonun yapıldığı Norveç’in Bergen şehri. Aklına kazınır bu isim. Nitekim arkadaşlarıyla gittiği bir gece kulübünde söylediği şarkı beğenilince, işletme sahibinden sahneye çıkma daveti aldığında sahne ismi olur Bergen.

Haberin Devamı

Müziğe sığınan bir kadın

İlk aşkı Abdullah ile kendi aralarında yüzük takarlar. Ama anne kimselere güvenemediğinden, kızı küçük olduğundan, okula devam ettiğinden hem sonra, bu nişana karşı çıkar. Abdullah’ı alır karşısına, kızını bırakmasını söyler. Sonra da ekler: “Belgin yetim büyüdü. Evlenirse yetimliği bitecek sanıyor”.

Haberin Devamı

Okulu bırakır Bergen. Sahneye çıkar. Ankara programı bitince yazın Adana’da bir gece kulübüne başlar ve orada Halis ile tanışır. Her gün gönderilen kırmızı güller, locada oturup büyük bir şefkatle Bergen’i izlemeler, derken arabası çalındığında senetleri zor durumda devreye giren bir baba gibi ödemeler, arabayı bulup getirmeler. Bergen zanneder ki, Halis onu babasının bıraktığı yerden sevecektir. Nitekim annesinin karşı çıkmalarına rağmen Halis’le evlenir. Sahneyi bırakmak koşuluyla.

Bundan sonra eve kapatılan bir kadın, hayatla arasındaki en güçlü bağ olan müzikten kopartılmış, yalnızlaştırılmış. Bir süre sonra eve geç gelmeye, bazen haftalarca uğramamaya başlar baba ikamesi Halis. Bergen kafa tuttuğunda da şiddetin bini bir para. Bundan sonrası, her şiddet gördüğünde annesine kaçıp müziğe sığınan bir kadın. Ama Halis’i unutamaz bir türlü. Onca dayağa, fiziksel ve psikolojik şiddete rağmen. Durumunu ise şöyle açıklar: “Bazen insanlar hiddetli sever, ölesiye sever, yaşadıkları kötü olaylar sevgisinden bir şey götürmez”. Sevgi değildir oysa hissettiği, babalı yetim bir kız çocuğunun bağımlı aşkıdır, gerçek değildir; bilmez. Sadece 30 yıl yaşadığını düşünürsek öğrenmeye vakti de olmaz. Babasını kaybedince yeniden döner Halis’e. Sonra yine aynı şiddet döngüsü. Müziğe kaçış. Kocasının azmettirmesiyle yüzüne atılan bir kova kezzap. Bu olayla tüm Türkiye’de tanınmaya başlaması. Kariyer basamaklarını hızla çıkışı. Bu süreçte kocasını hapishanede ziyarete devam edişi. Bütün öfkesine rağmen. Ve sonunda içeriden çıkan koca tarafından altı kurşunla vurularak öldürülmesi.

Farah Zeynep Abdullah, Bergen’i dört başı mamur bir oyunculukla canlandırıyor. Halis’te Erdal Beşikçioğlu yine bir oyunculuk şahikası sergilerken Bergen’in annesi rolünde Tilbe Saran’ın önünde saygıyla eğiliyor insan. Filmin son sahnesini, sergilediği olağanüstü oyunculuğu ömrümce unutamayacağım.

Bütün babalı yetim kızları bağrıma basmak istedim filmden sonra. Hepsini yanıma alıp tek tek saçlarını okşamak… “Siz çirkin değilsiniz” demek.

İyi pazarlar.