Zor zamanlardan geçiyoruz. Bir süredir ülkenin içine kurulmuş bir korku tünelinde, raylı sistemde sürekli tekleyip korkuya daha fazla maruz bırakan bir arabada devasa bir karanlık içinde ilerliyoruz. Ama gel gör ki, lunaparkta bu tünele girmeme konusundaki özgür irademiz hayatın içinde yok. Bir sabah uyanıyoruz, sekiz yaşındaki bir kız çocuğunu iple boğup dere kenarına atmışlar. Bir başka sabah iki yaşındaki bir bebek, cinsel istismar sonucu ölüyor. Kadınlar vahşice katlediliyor, kafaları kesilip surlardan atılıyor. Tünelin sonu yok, bitmiyor. İçinden çıkabileceğimiz radikal çözümler üretilemiyor. Kiminle konuşsam endişe içinde, özellikle kadınlar. Ben de bu ruh hâlinden muaf değilim, korkuyorum.
Ama işte hayata ‘bana bir süre müsaade, biraz uzaklaşıp geleyim’ denmiyor. Kendi kişisel mücadelemizi verirken, tünel yıkılsın diye bu mücadeleye topyekün devam edebilmek için nefes almak zorundayız. Dengemizi korumak. Benim uzun yıllardır bildiğim tek yol sanata sığınmak. İyi bir kitap, başlarkenki ruh hâlinizi, bitirdiğinizde olumlu yönde değiştiren kitaptır. İyi bir film, iyi bir sergi, iyi bir müzik için de geçerli bu. Dün bir kez daha deneyimleme şansım oldu bu bilgiyi.
Tedirgin, canı sıkkın bir hâlde girdim İstiklal Caddesi’ndeki Odakule’nin çıkışında hemen sağda yer alan Bodvi Apartmanı’na. Burası artık Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi (RHM). Müze, bugünlerde bankanın 100’üncü kuruluş yıl dönümünde “Tat ve Sanat: Lezzetli Resimler” sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergide Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi (RHM) Kurucu Küratörü Prof. Dr. Gül İrepoğlu’nun imzası var. 2 bin 800’e yakın eseri bünyesinde taşıyan banka koleksiyonundan 157 parça başta olmak üzere, 16 ayrı kurum ve koleksiyonerden alınan 47 yapıtla, toplam 90 sanatçının 204 çalışması yer alıyor sergide.
Huzurlu bir sergi yolculuğu
Göz göze geldiğiniz ilk eserle birlikte korku iklimi değişiyor, Akdeniz oluyor, gülümsüyorsunuz, Kemal Burkay’ın dediği gibi. Şeker Ahmet Paşa’nın 1904 tarihli natürmortunda gülen ayvalar, ağlayan narlar, bir başka şairin Bedri Rahmi’nin şiirini fısıldayan. Milliyet Sanat dergisinin ekim sayısının kapağında da yer alan bu muazzam tablonun ardından karpuzlar, kıpkırmızı elmalar, taptaze balıklar. Bolluk bereket, renk, koku, tat arasında ilerlerken içi ferahlıyor insanın. Mehmet Muazzez’in serginin kitap kapağında kullanılan natürmortundaki türlü çeşit meyveye, rengahenk çiçeklere bakarken belki de mutluluğun tek resmi yoktur ve bu da onlardan biridir diye geçiriyorum içimden. Halil Dikmen’in “Fındık Toplayan Kızlar”ı, Selahattin Teoman’ın “Elma Toplayanlar”ı... Resimlerdeki güzeller güzeli kadınlar. Çalışkan, üretken, güçlü, kudretli. İbrahim Çallı’nın “Peyzaj-Emirgan Kahvesi”nde oturmuş, su gibi berrak bir Türkçeyle sohbet eden zarif figürler. Masanın birine ilişip demli bir çay içme isteği. Turgut Zaim’in “Hamur Açan Yörük Kadını” tablosunda yer sofrasına, kadının iki çocuğunun yanına çöküyorum, hamurun şefkatiyle üç kardeş oluyoruz. Aydın Ayan’ın “İstanbul Mısır Çarşısı Önü”nde kuş yemi satan adam. Annemle el ele yürüdüğüm Mısır Çarşısı gezilerimiz çıkıp geliyor eski mutlu hatırlar arasından. Elimdeki yemleri saçıp etrafa, güvercinler arasında sevinç çığlıkları attığım çocukluk günlerim.
İki kat boyunca süren huzurlu bir sergi yolculuğu bu. Sanat formunda antidepresan! İrepoğlu’nun sergisine edebiyat da eşlik ediyor. Resimler, şiirler ve metinlerle el ele. Bu da onun sergilerinin iyileştirici gücünü katlıyor. Serde yazarlık var tabii.
Zor günler bitecek. Tünelden çıkacağız. Pes etmek, vazgeçmek yok. Mücadeleye devam. Baktınız nefes alamıyorsunuz, anksiyete gırla... O zaman bir doz sanat. Bugünlerde “Tat ve Sanat – Lezzetli Resimler” sergisine gidin mutlaka. Bu kadar sertlik içinde sanat önermenin hiç de romantik bir yaklaşım olmadığını fark edeceksiniz. Tadınız yerine gelecek, söz veriyorum. Çıkışta biraz acıkacaksınız ama bir sokak simidine bakar.
İyi pazarlar.