Geçtiğimiz çarşamba Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Kulübü’nün düzenlediği “Çağımızda Dergiciliğin Dönüşümü: Basılı ve Dijital Yayıncılık” paneline katıldım. BÜ Edebiyat Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Fatih Altuğ’un moderatörlüğündeki panelde Milliyet Sanat dergisini temsilen ben, Punctum dergisinin yayın yönetmeni Cana Bostan ve Ecinniler dergisi ekibinden Çağla Çinili ve Tunca Çaylant konuşmacı olarak yer aldık. Saat 6’da başlayan panele Boğaziçi Üniversiteli öğrenciler yoğun katılım gösterdiler. O saatte program yapmak adına birçok seçenekleri varken, olmak istedikleri yer ve seçtikleri konu, dert edindikleri kavramlar açısından iyi bir fikir veriyor. Şahane gençler. Pırıl pırıllar. Organizasyon ekibinden İrem’le panel öncesi uzun bir edebiyat sohbeti yaptık. Hayran kaldım bilgisine ve görgüsüne. Yeni bir yıla girerken, sürekli eleştirilen Z kuşağına duyduğum umut arttı.
Sadece öğrenciler değil, diğer panelistler de hayatımın 30 yılını adadığım dergicilik alanında umutlandırdı beni. Çok gençler ve türlü imkânsızlık içinde, arkalarına ticari bir kurumu almadan büyük bir özveriyle işlerini yapıyorlar. Ecinniler, hem basılı hem de PDF formatında yayın yapan bir edebiyat ve kültür dergisi. İlk sayılarından hemen sonra pandeminin patlamasıyla olağanüstü şartlarda dergilerini çıkarmaya devam etmişler. Punctum ise bu yılın başında kurulmuş dijital bir eleştiri dergisi. Her ikisinin de yolu uzun. Büyük hayalleri var. Tutkuyla yapıyorlar işlerini. Hazırladıkları yayınlar; haberler, söyleşiler, yayınladıkları edebi ürünler, mizanpajları, Türkçe kullanımları, vizyonları müthiş.
Panele katılan öğrencilerden Oltan “Biz bu kültür yayınlarını takip edenler kaç kişiyiz acaba?” diye bir soru sordu. Dergiciliğin en önemli sorunlarının başında da bu geliyor. Yüzlerce kitabın 2000 adetlik tek baskıyı geçemediğini düşünürsek, bu tür edebiyat, sanat ve eleştiri dergilerinin okur sayısının 85 milyonluk ülkede yüzbinlerle anılmadığı ortada. Oğuz Atay’ın kulakları çınlasın “Ben buradayım ey sevgili okur, sen neredesin?” Birkaç yayını düzenli olarak yayınlandığı periyotlarda takip etmenin özellikle öğrenciler için maliyetli olduğunu, yetişemediklerini biliyorum. Onlara özel bir kültür fonu oluşturulmasının şart olduğunu da.
Bir diğer büyük sorunları ilan alabilmek. Bu sorundan hiçbir yayın muaf değil elbette. Sonuçta dergiler reklam gelirleriyle dönen kurumlar. Sayfa sayınızı da, tirajınızı da, yaptığınız satış kadar aldığınız ilanlarla belirliyorsunuz. Türkiye’de, etkinlikteki panelistlerin temsil ettikleri dergilerin yanı sıra öyle güzel kültür sanat yayınları var ki, her sektörden ilan yağmasını beklersiniz. Ama öyle olmuyor. Bir yayın gurubu bünyesinde derginizi çıkarıyorsanız biraz daha şanslısınız, kurumunuz yaşamanız için gereken desteği veriyor. Ama arkanızda kimse yoksa işiniz gerçekten güç. Devlet kültür sanat yayınlarını sübvanse etse ne güzel olur. Hayali bile güzel.
Kâğıt fiyatları başlı başına bir sorun. Gazete ve kitap kâğıdını yurt dışından aldığımızdan, döviz kuruna bağlı olarak sürekli artan kâğıt fiyatlarına dayanabilmek zor. Çok sayıda butik yayınevi son iki yılda kâğıt fiyatlarını karşılayamadığı için kapandı. Çok sayıda dergi de. Dağıtım da önemli bir maliyet ayağı. Çoğu yayın kendi imkânlarıyla ilerliyor bu konuda. Ecinniler ekibi, iki aydır Kadıköy’de bavullarla gezip dağıtımlarını yaptıklarını söyledi. Bütün bu zorluklara rağmen, telif konusunda ödünsüzler. Telif vermeden yazı yazdırmayı reddediyorlar.
Özetle, basılı ya da dijital tüm kültür sanat içerikli dergilere sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum. Bir ülkenin gelişmişlik ölçütlerinden biri olarak bu alandaki dergi kültürünü çok önemserim ben. İçinde derin analizler bulursunuz, alanın yenileriyle tanışırsınız, ufkunuz genişler, kitaplar, sergiler, sinema, müzik; hayatınıza şifa olacak renkler katılır, katmanlı bakış açıları edinirsiniz. Bu yüzden nitelikli yayınlara destek olunmalı. İlan vereniyle, dağıtımcısıyla, matbaacısı, okuruyla. Kültür sanat yayınlarını Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat Kulübü kadar dert edinsek bile epey yol alırız.
İyi pazarlar