Fazilet Şenol

Fazilet Şenol

fazilet.senol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İnsanlık tarihine şöyle bir baktığımızda, her medeniyetin kutsallığı nerede aradığına dair enteresan tercihler görüyoruz. İnsan, doğayla ve görünmeyen varlıklarla kurduğu ilişkiyi çeşitli semboller ve ritüellerle anlamlandırmaya çalıştı. Kimisi gökte yıldızlara bakmış, kimisi yerdeki taşlara, kimisi de tabağındaki yemeğe saygı duruşunda bulunmuş. Eski Türkler ise işi biraz daha ileri götürüp, hem Tanrı’ya hem ruhlara hem de toprağın ruhuna süt, yumurta, yağ ve hatta fermente edilmiş içki sunmuş. Çünkü bir şeyi seviyorsan, önce besliyorsun.

Haberin Devamı

Kastamonu Üniversitesi'nden Arş. Gör. Dilara Eylül Koç ve Arş. Gör. Özge Çaylak Dönmez’in tespitleri sayesinde Eski Türklerin dini ritüellerinde yeme içme mevzusunun ne kadar ciddi alındığını öğreniyoruz. Günümüzde "ne var bunda, sadece süt" deyip geçeceğimiz gıdalar, o dönemde Tanrılara sunulan kutsal ürünler. Öyle ki, ilk sağılmış inek sütü bile şifalı sayılıyor; at eti canlı kurban olarak sunulacak kadar değerli ama törenin dışında yenmiyor.

SADECE TANRILARA SUNULAN AT ETİ

Özellikle atın dini ritüellerdeki yeri dikkat çekici. Eski Türkler için at yalnızca bir ulaşım aracı değil, kutsal bir varlıktı. Gök Tanrı inancında at; gökle, ölümle ve öteki dünyayla ilişkilendirilmiş, hatta şamanlar atla göğe ya da yer altına geçiş yapmışlardı. Dolayısıyla at, bu dünyadan öteye açılan bir kapı, bir taşıyıcı ruh simgesiydi. Bu yüzden kurban olarak seçilen atlar bile etleri tüketilmeden sadece tanrılara sunulurdu.

Dini törenlerde yer alan bir başka dikkat çekici unsur da saçı ritüelleri. Saçı, törenlerde Tanrı’ya veya doğanın ruhlarına sunulan armağanlardır ve bu sunumda her kavmin kendi değerli gördüğü ürünleri seçmesi önemlidir. Göçebe kavimler süt, yağ ve kımız sunarken, tarım toplumları buğday ve darıya, tüccarlar ise paraya kutsallık atfetmişler. Bu tercihler, toplumsal yapının inanç sistemlerine nasıl yön verdiğini de gözler önüne seriyor.

PİŞİRİLMİŞ YUMURTALAR YERE ATILIRDI

Kutsal olan ile dünyevi olan arasındaki sınır, özellikle ritüel ortamında net bir biçimde çizilmişti. Örneğin bazı törenlere tuz, et, tütün ve alkolün götürülmemesi, bunların kutsal mekânda saygısızlık olarak görülmesiyle açıklanıyor. Arş. Gör. Özge Çaylak Dönmez’in belirttiğine göre, bu maddeler bazı inanç uygulamalarında 'arı olmayan' şeylerdi. Dolayısıyla ritüelin temizliği ve anlamı korunmak istenmişti.

Haberin Devamı

Ritüel pratiklerinin en dikkat çekenlerinden biri ise 'Eğri Yumurtası' törenidir. Sabahın erken saatlerinde toprağa pişmiş yumurtalar atılır, bereket niyazı yapılır, çocuklar bu yumurtaları toplar ve yerdi. Yer iyesine saygı gösterilmek istenen başka anlarda (örneğin biri yere düştüğünde) düştüğü noktaya yağ, tuz ya da yumurta bırakılırdı. Bu eylem, yalnızca geleneksel bir şifa arayışı değil; aynı zamanda doğanın ruhuna karşı duyulan saygının bir göstergesiydi.

KURBANIN KANI AKITILMAZDI

Kurban uygulamalarında ise çok daha derin bir sembolizm devreye giriyordu. Türkler, özellikle Gök Tanrı’ya adadıkları kurbanların kanını yere akıtmamaya özen gösteriyorlardı. Çünkü kana ruhun taşıyıcısı olarak bakılıyor; bir damla kanın yere düşmesi, ruhun kaçmasına ve kurbanın kutsallığının zedelenmesine yol açabilirdi. Bu yüzden at, koyun ya da sığır gibi hayvanlar çoğunlukla boğularak kurban edilirdi. Kurbanın ruhu, 'kan dökülmeden' tanrılara ulaşmalıydı.

Haberin Devamı

Yiyeceklerin neyi temsil ettiğine dair sorulara verilen cevaplar ise bizi bir tür manevi yansımaya götürüyor. Ritüellerde sunulan yiyecek ve içecekler, doğrudan sembollerle özdeşleştirilmese de, insanların günlük yaşamda değer verdikleri şeyler olduğu için, ruhlara ve tanrılara da bunlar sunuluyordu. Bu kutsal olanla ortak sofrada buluşmanın çok eski ve evrensel bir iz düşümüydü.

Türkler tarihin en iyi at binicileri olabilirler, ama sofralarında da birer filozof gibi davranmışlar. Sofralarını sadece mide için değil, ruh için kurmuşlar. Belki de o yüzden bizim mutfağımız bu kadar çeşitli, bizde yemek bu kadar ailevi, bu kadar anlamlı. Yumurtayı boşuna kırmıyorlarmış demek ki.