Teknik Direktör Ersun Yanal, Fenerbahçe’yi yönetmeye cuma günü değil de aylar önce başlamış belli ki... Bu takımı öyle bir izlemiş, öyle bir analiz etmiş ki, Samandıra’ya ayak basar basmaz ne yapacağına, nasıl yapacağına kafasında çoktan karar vermiş...
Neden mi? Dün sahaya çıkan kadronun geride kalan 15 haftadan ne farkı vardı... Tabii ki hiç... Elinde sihirli değnek olmayan Yanal bir iki yerinde rötüşla bu takımın aslında daha fazlasını yapabileceğini kanıtladı, verimliliği artırdı...
Valbuena’ya sahada tanınan özgürlük, Mehmet Topal’ın son dönemlerde bıraktığı top kazanma becerisini aniden tekrar hatırlaması, Ayew’in hareketliliği, takım oyuncusu niteliklerini birden sergilemesi, Mehmet Ekici’nin pas trafiğini üstlenmesi, iki bekin hemen her atakta son çizgiyi zorlaması, savunmanın daha öne çıkması bize ilk yarıda uzun zamandır özlediğimiz Fenerbahçe’den izler sunmaktaydı... Bir de santfroru olsaydı zaten 3-4 farkla devreyi kapamıştı...
Taraftarın da yarattığı müthiş atmosferle birlikte önce pozisyonlar, ardından skor gelmeye başladı... Ayew’in hazırlanışı mükemmel şık kafa golünden sonra, yine bir duran topta Skrtel’in ağları sarsan kafası hem futbolcuların özgüvenini, hem
Erwin Koeman, gruptan çıkmanın rahatlığı mı, kadro darlığı mı, yoksa Phillip Cocu’nu anısına mı bilinmez Spartak Trnava karşısında direksiyona geçtiği günden bu yana ilk kez üçlü savunmayı tercih etmişti...
Bu kurguda genç Yiğithan, Reyes ve Skrtel’in arkadaki görevleri belliydi de geri kalanların ne oynadığını çözmek mümkün değildi... Çünkü onlar da ne yaptıklarını bilmemekteydi... Gelişi güzel koşmaktan, bolca pas hatası yapmaktan öteye gidemediler. Orta alanı beşliyen İsmail ve Şener akıllarından hücum etmeyi bir dakika bile geçirmeyince, Barış ve genç Mahsun da çizgiye inmek yerine, sürekli Slimani’ye doğru koşular yapınca 40. dakikaya kadar maçta akşam trafiğini andıran bir tıkanıklık vardı... İki takım da orta alana yuvalanıp, pozisyon üretmeye niyet etmezken tatsız, tuzsuz, sıkıcı bir oyun oynanıyordu. Ev sahibi devre biterken, Avrupa’da ilk defa şans verdiği genç gurbetçi Kubilay ile skor avantajını yakaladı. Golde burnunun dibindeki rakibini İstanbul Boğazı’nı ilk kez gören bir turist şaşkınlığında ağzı açık seyreden Isla’ya ne demeli acaba? Sadece Isla mı koca ilk yarıda Fenerbahçe formasını layıkıyla üzerinde taşıyan neredeyse tek bir futbolcu yoktu...
Uyumsuz, kararsız,
Fenerbahçe tarihinin en utanılacak gecelerinden biriydi dün... Farklı mağlubiyeti geçtik, asıl düşündürücü olan Fenerbahçe’nin artık sıradan bir Anadolu takımına dönüştürülmüş olması... Tabii buna takım da denilirse... Coşkusunu kaybetmiş, mazisini unutmuş, kimliğini yitirmiş bir ekip var artık karşımızda. Ne yönetimi, ne teknik heyeti, ne sportif direktörü, ne de oyuncusu nereye koştuklarının farkında... Efsane bitmiş ağlayanı yok...
İki stoperin hemen her rakip hamlesinde düzenli ve sürekli olarak geç kalması... Isla ve Mehmet Topal’ın hiçbir yaratıcı hamle katmadan sadece faullerle sözüm ona oynaması... Ama rakibi hiç karşılamaması... Mehmet Ekici’nin kendisinde olağanüstü meziyetler ve beceriler olduğunu zannederek ayağındaki topu rakibine kaptırıncaya kadar ısrarla sahiplenmek istemesi... Barış’ın, Eljif’in, Slimani’nin uyumsuz, dağınık, abuk - sabuk mücadele anlayışı ilk yarıda maçı maç olmaktan çıkaran, eziyete dönüştüren gerçeklerdi.
Peki ya Harun’a ne demeli... Hala giydiği formanın, koruduğu kalenin farkında değil... Yememesi gereken o kadar çok gol yiyor ki, o kurtardığı penaltılar devede kulak kalıyor... Dün rahatlıkla kontrol edebileceği topu Bokila’nın önüne bırakması
Fenerbahçe düşük kalitede yüksek mücadele eden bir takım görünümünde... Kasımpaşa önünde de koştular, çabaladılar, uğraştılar ancak sonuca varamadılar... Çünkü ne kadar doğru işler yapsalar da bu kadro üretimde yetersiz, yeteneksiz...
Ligde zirve hesapları yapan ve Kadıköy’e büyük bir övgüven ile gelen Kasımpaşa maça geniş alanda sert bir baskı ile başladı. Savunmasını öne çıkardı. Fenerbahçe’nin pas bağlantılarını kesmeye çalıştı. Topu kaptıklarında da özellikle kanat akınlarıyla sık sık çizgiye indiler. Topu kaptırdıklarında ise alanı hemen daralttılar, rakibi bozmayı başardılar. Bu anlayış uzun süre Fenerbahçe’nin oyunu kurmasını, sağlıklı atak başlangıçlarını engelledi.
Henüz 7. dakikada Diagne’nin ayağından bir penaltı kaçırsalar da çok geçmeden yine Diagne ile skor avantajını ele geçirdiler. Eljif’in büyük hatası ile ikinci gole de çok yaklaştılar ancak Eduok’un kötü vuruşu Fenerbahçe’nin şansı oldu... Devrenin sonlarına doğru Fenerbahçe oyunu ve skoru kabullenmeyen Mehmet Ekici ve Valbuena’nın çabası ve ısrarcılığı ile rakibini sıkıştırmaya başladı. Neustadter ile beraberlik gelirken, Özgür Çek’in ters vuruşu bir anda rüzgarı Fenerbahçe’nin lehine çevirdi.
İkinci yarıda
Daha dört gün önce Trabzon’da taraftarının sinir sistemini perişan eden, sindirim sistemini zorlayan, akıl sağlığını bozan Fenerbahçe’nin, Dinamo Zagreb önünde şapkadan tavşan çıkarması tabii ki beklenemezdi... Oynayacağı futbol üç aşağı beş yukarı belliydi... Önemli olan Koeman’nın ne gibi dersler çıkaracağı, ne gibi dokunuşlar yapacağıydı...
Aslında Cocu’dan çok da farklı bir tarafı bulunmayan ancak mecburiyetten bu takımın başında durduğu apaçık ortada olan Hollandalı, işe son haftaların hem kafaca, hem de vücutça “bitik” ismi Slimani’den formayı alarak başlamıştı... Ayew’in sakatlığında da nihayet genç Barış hatırlanmıştı... Trabzon’da fiziken hazır görünmeyen Mehmet Topal da yerini Jailson’a bırakmıştı... Koeman tek forvetle sahaya çıkıp, Benzia ile orta sahayı biraz daha kalabalık tutmayı denese de kadro kalitesizliği ve oyuncu yapısı üretken bir Fenerbahçe izlememizi yine engelledi...
Gruptan çıkmayı garantileyen Dinamo Zagreb ilk dakikadan itibaren tempoyu düşürmeye çalışırken, Fenerbahçe doğal olarak topa daha fazla sahip olan taraftı. Sarı-lacivertli ekip baskılı gözükse de orta sahanın yetersizliği rakibi birkaç cılız atak dışında hataya zorlamadı... Jailson ve Eljif
Baskın, akıllı ve kontrollü bir kırkbeş dakikanın ardından dağınık, temposuz, durağan başka bir kırkbeş dakikaya tanık olduk Kadıköy’de... Fenerbahçe, kendi doğruları ile Alanyaspor’u önce sahadan sildi... Sonra da kendi (kadro) yanlışlarıyla rakibini oyuna ortak etti.
Ön libero sıkıntısını Isla ile çözmeyi deneyen, sakatlıktan yeni çıkan Mehmet Topal’ı riske etmeyen Erwin Koeman’ın tercihi Şilili oyuncunun ilk yarıdaki performansına baktığımızda kesinlikle doğruydu... Isla’nın çok da yabancısı olmadığı bu bölgedeki futbolu kusursuzdu... Fenerbahçe ilk düdükle birlikte kendinden emin, sağlam, etkili ve egemen bir oyun anlayışı ile adeta gösteri yaptı. Her bakımdan alkışı hak edecek bir gösteriydi bu...
Son günlerin flaş ismi Valbuena sazı yine eline almıştı... Her topu olumlu kullandı... Pasları, çalımları, hırsı birinci sınıftı... Sahada fark yaratan tek adamdı... Ayew’in attığı ilk golün mimarlarından biri olurken, ikinci gol öncesi yaptığı ortada Frey’e sadece dokunmak kalmıştı...
Frey demişken... Isla ve Valbuena’dan sonra Fenerbahçe’de en olumlu işlere imza atan diğer adamdı... Rakip kovaladı, pres yaptı, arkadaşlarının açıklarını kapadı, ne kadar enerjisi varsa hepsini
Derbilerin favorisi yoktur deseler de dünkü maçın favorisi tartışmasız Galatasaray’dı...
Ligde rakibine 10 puan fark yapan, istatistiklerde uzak ara önde olan Galatasaray, tarihinin belki de en karanlık günlerini yaşayan, tek kelime ile çökmüş bir Fenerbahçe... Üstelik de hocasız...
Eh böyle bir ortamda Fatih Terim fırsatı kaçırır mı? Top-tüfek elinde ne varsa öyle sahaya çıktı. Gönlünde yatan Aslan apaçık ortadaydı;
Bir daha kolay kolay karşısında bulamayacağı ezeli rakibi önünde unutulmayacak bir zafer almak, homurdanmaya başlayan camiayı yeniden havaya sokmak...
Buna karşılık Fenerbahçe’nin hedefi ise son derece mütevaziydi... Bir beraberlik koparıp zaman kazanmak...
Galatasaray ilk düdükten itibaren ne kadar cesur, agresif ve coşkuluysa, Fenerbahçe o kadar tedirgin ve çekingendi... Sahanın her yerinde baskı yapan, rakibini hataya zorlayan, sağlı-sollu ortalarda Fenerbahçe ceza alanında adeta kamp kuran Cim-Bom belki de sezonun en rahat maçlarından birini oynuyordu dersek abartmış sayılmayız.
Savunmasıyla, orta alanıyla, hücum hattıyla bir bütün olarak ilk toplara basan, sık sık pozisyona giren, şut atan, adam eksilten, golü arayan ve isteyen sarı-kırmızılı ekip sayısız fırsatlar
Fenerbahçe maça öylesine istekli ve agresif başladı ki, sinir bozucu sezonda yeni bir başlangıç kovalar gibiydiler... Yakın oynamaya çalıştılar, temastan kaçmadılar, mümkün olduğunca birbirlerinin yardımına koştular... Topu bir an önce kapmak için ellerinden geleni yaptılar... Bunda da çoğunlukla başarı sağladılar...
Ancak Fenerbahçe’nin tüm sorunu işte burada başlıyor... O kapılan topları kullanacak kalite, beceri ve oyun zekası maalesef sahaya yok... Takım ne kadar iyi niyetli mücadele etse de, organizasyon sıkıntısı ve düşük tempo rakiplerin ekmeğine yağ sürüyor...
Anderlecht karşısında da farklı bir Fenerbahçe yoktu... Kendi yanlışları ile rakibi başına bela etti... Zaman zaman öyle hatalar yaptılar ki, amatör takımlarda görmeniz imkansız... İlk yarıda çift forvet oynamalarına rağmen ceza sahasına girme ve orada çoğalma konusunda yine sınıfta kaldılar... Rakibin hızlı hücum çıkışlarına ise çözüm bulmakta zorlandılar...
Ve bunların birinde geriye düştüler... İkinci yarının başında gelen ikinci Anderlecht golü yeni bir facianın işaretlerini veriyordu ki, rakibin müthiş ikramını geri çevirmeyen Frey takımın özgüvenini geri getirdi. Bu andan itibaren daha enerjik ve daha baskılı bir