Bülent Akarcalı - En üstün değer çıkardır!
Batı ülkelerinin; her konuda ilim, mantık, akıl, sağduyu gibi değerlere sahip olduğunu sanmak gibi bir saflığımız var. Çoğu kez, ilişkilerimizde bu değerlerin esas olduğuna dayanarak hareket edip sonra da hayal kırıklığına uğrayınca, bu ülkeleri çifte standart uygulamakla şikâyet ediyor ve bu durumun esas nedeninin, Batı dünyası için en üstün değerin çıkar olduğunu hala anlamak istemediğimizden kaynaklandığını görmüyoruz.
Batının tüm müspet değerlerinin üst ve baskın temel değeri çıkar söz konusu olduğunda tüm insani, vicdani, mantıki değerlerinin yok olduğunu, sağduyusunun kapandığını görüyoruz. Geçmişte ve de bugün bu ölçülerin hiçbirinin işlemediğini, çıkarın her şeyin üstünde tutulduğunu, sömürgecilikte, işgal ettikleri ülkelerdeki katliam ve soykırımlarında, yabancı düşmanlığında, ırkçılıkta görüyoruz.
Tanımladığım değerlerle-çıkar çatışmasını Ukrayna-Rusya savaşı ile yaşıyoruz. Nasıl mı?
Türkiye’nin dengeli diplomasisi sayesinde ihtilaflı iki ülkenin güvenini kazanmış tek ülke olarak elimizden geleni gerçekten fazlasıyla yapıyor ve de başarıyoruz. Rusya ile ilişkimizi bozmadan Ukrayna’ya SİHA satıyor, aylardır Ukrayna limanlarında bekleyen hububat yüklü gemilerin yola çıkmasını sağlıyoruz. Bunun yanında iki ülke arasında diyalog ve uzaklaştırıcı rolümüz de devam ederken, yaptırımları uygulamamamız söz konusu olduğunda Batı medyasının, siyasi kişilerin (ki hepsi aynı zamanda mensup oldukları devletin sözcüsü gibidir), yazılarıyla, TV programlarıyla, mesajlarıyla Türkiye’ye nasıl tehdit mesajları gönderdiklerine şahit oluyoruz.
Macron’un itirafı; dünya gücü Türkiye
Türkiye’nin savaşan iki ülke arasındaki arabulucu rolünü hazmedemeyen Fransız Devlet Başkanı Macron önce Cezayir’e yaptığı gezide Türkiye’ye saldırıyor. Türkiye’nin Orta Afrika üzerindeki Fransız etkisini kırmasından kaynaklanan eziklikle Türkiye’yi Cezayir’e şikâyet etmeye kalkıyor. Fransa’ya döner dönmez de verdiği demecinde; Rusya ile diyaloğun şart oluğunu ama bu diyaloğun Türkiye’ye bırakılmaması gerektiği anlamında “Rusya ile konuşmayı sürdüren tek dünya gücünün Türkiye olmasını kim ister” derken, Türkiye’nin bir dünya gücü olduğunu da kabul ettiğini dolaylı olarak itiraf ediyor.
Macron’un ülkemize karşı duyduğu aşağılık kompleksinin nedenini son başkanlık seçiminde rakibi olan ve ciddi oy toplayan Asselineau açıklıyor: “Macron şu anda dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanları tarafından kabul edilmek ve davet edilmek konusunda büyük zorluk yaşıyor, o kadar evrensel ve beceriksiz bir lider.”
Bir süre önce de Macron’un onca sorun arasında nasıl sorumsuzca günlerini tatil yaparak geçirdiğini Cumhurbaşkanımızın ise aynı günlerde kabul ettiği ve ziyaret ettiği ülkeleri belirtilerek eleştirilmişti.
Rusya’yı NATO ile Türkiye’yi AB ile kuşatıp yalnızlaştırmak
Öte yandan Alman Başbakanı Scholz, Prag’da yaptığı konuşmada AB’nin Balkan ülkeleri Kosova, Makedonya, Karabağ, Arnavutluk ile Ukrayna, Moldova ve
Gürcistan’ı kapsayacak şekilde genişlemesini desteklemeye
kararlı olduğunu açıklıyor.
36 üyelik Avrupa Birliği hayalini anlatırken adeta, NATO ile Rusya’yı askerî açıdan kuşattıkları gibi Türkiye’yi de AB üzerinden siyasi ve ekonomik açıdan kuşatma niyetlerini Türkiye’yi saymadan, Azerbaycan’ı es geçerek, belirtiyor.
Alman gazetesi Frankfurter Allgemeine denge politikası izleyen (yani taraf olmayan) Türkiye’nin tavrının Batı’yı rahatsız ettiğini yazıyor. Türkiye’nin savaşın bitirmek uğraşısı adamların umurunda değil!
Bunları yazarken savaştan bu yana Rusya’nın Almanya başta olmak üzere AB’ye ihracatının %68 arttığını yazmıyor. Çünkü, önemli olan gerçek değil çıkar!
Yine Almanya’nın ülkemize yönelik Türkçe yayın yapan, kara propaganda aracı DW-Deutche Welle, Türkiye’yi karalamak, küçük düşürmek için her fırsatı kullanıyor. Sağ olsun İngiliz BBC, Almanlarla rekabetten geri kalmıyor.
İki yüzlü Amerika
Amerikan hazine bakanlığı, Ankara’da büyük elçileri yokmuş ve Türk Devletini umursamazmış gibi diplomatik nezaketten tamamen uzak kaba saba bir yaklaşımla, özel bir kuruluş, bir iş adamları derneği olan TÜSİAD üzerinden yaptırım tehditleri içeren mektupla, dolaylı olarak Türkiye’yi yaptırımlar konusunda tehdit ediyor.
Buna karşın, savaşın başlangıç tarihi şubat ayından itibaren Rusya’dan ABD limanlarına 3.600’den fazla ahşap, metal, kauçuk ve diğer mal sevkiyatı yapıldığını ve bunun ayda 1 milyar dolardan fazla ticarete denk geldiğini unutmak işine geliyor.
Şimdi gelelim işin sonucuna; Rusya’yı karşısına alıp yaptırım uyguladığı için Yunanistan’ı Bulgaristan’ı dahi düşman listesine koyan bir Rusya ile bu şekilde husumet ilişkisi oluşturunca, nasıl arabulucu olabileceğimizi bu zat-ı muhteremler açıklayabilirler mi?
Yoksa işin aslı, savaşı önlemek olmayıp, Rusya’yı silah kullanmadan, ekonomik yaptırımlarla çöktürmek için Ukrayna’yı yem olarak kullanmaya devam etmek mi?
Yoksa, Alman savunma bakanının, artık ellerinde Ukrayna’ya gönderecek silah ve cephane kalmadığı açıklaması, “Rusya’ya sen savaşı devam ettir biz de yaptırımları” mesajı mı? Bu politikanın itirafı mı?
Almanya dünyanın 3. büyük sanayi gücü iken herkesi bu açıklamaya inanacak kadar saf mı sanıyor.
Hububat gemilerinin yola çıkmaları, ABD için sanılabileceği gibi insani bir davranışa dayanmadı. Dünya hububat ticaretinin %80’ini elinde tutan, her biri yılda 500-600 milyar dolar ciro yapan, senato ve temsilciler meclisinde güçlü lobilere sahip, Amerikan ticaret şirketlerinin (Trader Companies) çıkarları içindi. Çünkü gemilerde veya depolarda yüklü hububatların (buğday, arpa, mısır, vs.) paraları önceden ödenmiş ve müşterilere teslim edilip bedellerinin kasalarına girmesi gerekiyordu.
Tek engel Türkiye
ABD, bu kez elini direk kana bulaştırmadan, Ukrayna’yı Rusya’nın önüne atarak başlattırdığı savaşla, kendi başına ayakta durmaya çalışan Avrupa ülkelerini Rus korkusuyla tekrar hakimiyeti aldı. Avrupa’nın çapsız, yetersiz lidercikleri sayesinde bunu da çok kolay başardı,
Önündeki tek engeli oluşturan Türkiye’yi de tehdit, karalama, yaptırım, içerden bölme ve diğer metot ve taktiklerle dize getirme çabasında. Ankara da sesi sedası çıkmadan uyuyan prensi oynayan büyükelçileri belki Washington’a bu milletin 30 Ağustos’u nasıl kutladığını iyice anlatan bir rapor gönderir.
Not: ABD 1. dünya savaşına 6 Nisan 1917’de girdi. Ancak savaş sonunda, Lozan anlaşmasında Japonya dahi taraf olmasına rağmen, gözlemci olarak bulundu. Buna karşın Yunan’ın İzmir’e çıkmasıyla başlayan ve 9 Eylül 1919’a kadar süre içerisinde Çeşme açıklarında Sakız adası önünde gemilerini konuşlandırmayı ihmal etmedi. 9 Eylül ve takip eden günlerde, Türk komşularına ihanet ettiklerinden dolayı korkan İzmirli Rum ve kaçan Yunan askeri bu ABD gemilerine binip kaçtı.
Lozan anlaşması Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve o dönemin tabiriyle Sırbistan-Hırvatistan-Slovenya devleti arasında imzalanmıştır. ABD adı gözlemci olarak dahi geçmemektir.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024