Teknolojideki ilerlemeler yaşantımıza birçok kolaylıklar getiriyor. Artık oturduğumuz yerden düğmelerle birçok mekanizmayı harekete geçiriyoruz. Daha önce mağazadan mağazaya elimiz kolumuz dolu şekilde dolaşarak yaptığımız alış-verişi artık evimizde otururken bilgisayardan görüp, seçip, ödeyerek yapıyoruz ve her şey kapımıza geliyor. Bilgisayar ve internet sayesinde bir dünya bilgiyi yine yerimizden kımıldamadan bir tıkla karşımızda buluyoruz. Dünyadaki güncel bilgilere anında ulaşabiliyoruz Öğrenciler daha önce kitapları ansiklopedileri karıştırıp o da yetmediğinde kütüphanelere giderek zaman harcayıp hazırladığı ödevleri şimdi kucağındaki bilgisayarda yerinden kımıldamamdan kolayca tamamlıyor. Hatta bu pandemi döneminde okula gitmeden oturduğu yerden eğitimini bile alabiliyor. Teknolojideki ilerlemelerin sağladığı konfor anlat anlat bitmez. Ben daha çok teknolojideki ilerlemelerin sağlık alanında getirdiklerinden biraz bahsetmek istiyorum.
İlk olarak biz kardiyologların yanından ayırmadığı vazgeçilmez aletimiz stetoskoptan söz edeceğim. Bize tedavimizi yönlendirmede pek çok şey anlatan kalp ve akciğer seslerini dinlemede kullandığımız stetoskop ilk kez 1816 yılında Fransız hekim René Laennec tarafından bulunmuştur. Yunanca göğüs anlamına gelen stetos ve bakmak anlamına gelen skopein kelimelerinden oluşur. İlk seferindeki amaç kalbi dinlemekti sonrasında ise akciğer ve hatta karındaki bağırsak sesleri de stetoskop sayesinde anlaşılır hale gelmiştir. Dr. Laennec’ten beri birtakım evrimler geçiren stetoskobun şimdilerde daha detaylı bilgi veren elektronik olanları da çıktı. Ancak ben şahsen hala kendi kardiyak stetoskobumu tek geçerim.
Tıp alanında elektriğin kullanımı ise çok eskilere dayanır. Bir laboratuvar deneyi esnasında ölü bir kurbağa bacağının tesadüfen elektrik verilerek hareket etmesinden yola çıkarak Avrupa’da elektriğin, bazı hastalıkları iyileştireceği ve ölüleri canlandıracağı fikri ortaya çıkmıştı. Bundan ilham alarak İngiltere’de, bir ölünün elektrikle dirilişini anlatan Frankenstein romanı 1818’de yazıldı ve sonrasında epey filmlere konu oldu. Bir telden geçen elektrik akımının varlığını ve şiddetini gösteren galvanometrenin keşfi ise elektrokardiyografi cihazının icadına giden yolu açtı. İngiliz araştırmacılar daha sonra canlı bir kurbağanın kalbine kablolar bağlayıp, kalbin elektrik sinyalleri ürettiğini kanıtladılar. Bu bilgiler ışığında Hollanda’lı tıp doktoru Einthoven önce köpeğinin elektrokardiyogramını (EKG) çekti. Daha sonra günümüzde de kullandığımız EKG’deki dalgaları tanımlayarak insanlarda da uyguladı. Ancak o zamanki EKG aleti yaklaşık 270 kilo ağırlıktaydı. EKG çekerken de insanların ayakları çıplak olarak el ve ayakları tuzlu suya daldırılıyordu. Tabi zamanla bu cihaz sonrasında daha da geliştirilip daha kolay kullanılabilir hale getirildi. Prof. Einthoven’in 1924 yılında Nobel Tıp Ödülü’nü kazanmasını sağladı.
Kasım 1895 yılında asıl amacı, içi boş bir cam tüpün içine yerleştirilen çeşitli parçalar üzerinde elektriğin etkilerini gözlemlemek olan Alman fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen ise tesadüfen yepyeni bir ışın olan X ışınını keşfetti. Tıbbi radyolojide çığır açan bu buluş Dr. Röntgen’e 1901 yılında fizik dalında Nobel Bilim Ödülü’nü kazandırdı.
Günümüzde yine çığır açan icatlardan sayılan cep telefonumuzdaki bazı uygulamalar ile ve hatta kolumuzdaki saat ile sağlığımızla ilgili pek çok avantajlarımız mevcut. Az yürüdüysek veya az uyuduysak, az su içtiysek bizi uyarıyor, motive ediyor. Önemli sağlık bilgilerimizi kaydederek gerektiğinde ilgili kişilerin bu bilgilere kolayca ulaşmasını sağlıyor. Beslenmemizi takip ediyor yediklerimiz ve içtiklerimizin kalorilerini, içerdiği vitamin, mineral oranlarını söylüyor bununla ilgili gerekli hesaplamaları yapıyor.
Saat kolumuzdayken sert bir şekilde düşme algılarsa ve eğer iyiyim seçeneğine dokunarak alarmı kapatmazsak otomatik olarak acil servisi arıyor, düşme bilgisi ile sesli mesaj bırakıyor. Benim için en ilgi çekici olanı ise saati taşıyan kişinin kalp ritminde bir değişiklik olduğu zaman bunu algılaması ve kaydetmesi.
Kalp ritim bozukluklarında hayat kurtarıcı değeri olan bu özellik Stanford Üniversitesinde 400 000 ‘den fazla katılımcı üzerinde yapılmış bir çalışmada da gösterilmiş ve aynı zamanda FDA onayını da almış. Düşünün bir kere bir zamanlar Prof. Einthoven’in kullandığı EKG cihazı 270 kilo ağırlığındayken ve beraberinde hastanın el ve ayaklarını tuzlu suya sokarak çekiliyorken ve ancak bununla kalp ritmi kaydedilebiliyorken bugün kolumuzdaki saat kadar hafif bir cihazla tek derivasyonla da olsa kalp ritmini tayin edip kilometrelerce uzaktaki doktorumuza yollayabiliyoruz.
Sağlıkta teknoloji alanındaki ilerlemeler en çok kapalı bir kutu gibi görünen insan vücudunun içindeki organları bize gösteren görüntüleme yöntemlerinde karşımıza çıkar. Röntgen, ultrason, tomografi, MR, anjiyografi, EKG gibi imkânlar olmadan yüzyıllar öncesinde yaşayan doktorlar ve hastaları için hayatın epey zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Belki de şu an içinde bulunduğumuz zamandan yüzyıllar sonra da o zamanın hekimleri bizim için aynı sözü söyleyecekler. Zira teknoloji böyle bir hızla ilerliyor.