Beslenmenin sağlığımız üzerinde önemli etkileri olduğunu her fırsatta tekrar ediyorum. Sağlıklı beslenmenin genel kuralları pek değişmese de yediğimiz, içtiğimiz ne varsa vücudumuza nasıl etki edeceği genlerimize göre değişebiliyor.
Genlerden bahsederken, ‘Genetik geçiş nedir?’ ve ‘Gen nedir?’, bundan da bahsetmekte fayda var.
İlk defa 1895’te Gregor Mendel, yaptığı bir deney sonucu yazdığı makalede azı kalıtımsal özelliklerin aktarılma yasalarını açıklamış.
Gen terimi de ilk kez 1909’da Wilhelm Johannsen tarafından ortaya atılmış. Gen, hücre içinde kromozomlarda bulunan ve bireyin kalıtsal özelliklerinin nesilden nesile aktarılmasını sağlayan kalıtım faktörleridir. Genin, çok uzun spiral (sarmal) şekilli DNA molekülünün kalıtımla ilgili bir bölgesi olduğu kabul edilir. DNA’nın başlıca rolü, bilginin uzun süreli saklanması ve gelecek nesillere aktarılmasıdır. DNA’nın yarısı dişi bireyden yarısı da erkek bireyden gelir. Genelde tek bir molekül değil, birbirine sıkıca sarılı bir çift molekülden oluşur. Bu iki uzun iplik, sarmaşık gibi birbirine sarılarak bir çift sarmal oluşturur.
Birçok hastalık genetik olarak ortaya çıkar. Bu hastalıklar, down sendromu, talassemi major hastalığında olduğu gibi belirgin klinik özelliklere sahip olabilirken, genetik yatkınlığa bağlı olan kalp damar hastalığı gibi yaşam tarzı ve dış faktörlerden etkilenme sonucu da ortaya çıkabilir. Genetik ile ilgili çalışmalar uzun yıllardan beri bu konu ile ilgilenen bilim adamlarını hatta herkesi her zaman çok heyecanlandırmış, sürekli daha da ileri giden çalışmalara yol açmıştır. Son zamanlarda bu konudaki ilerlemeler kaydedilirken, beslenme genetiği (Nutrigenetik) üzerinde de duruluyor.
Nutrigenetik nedir?
Nutrigenetik, kişinin genetik yapısı ile besinler arasındaki ilişkisini inceleyen bilim dalıdır. Başka bir deyişle, besinlerin genetik yapımızın özellikleri ile uyumunun analiz edilmesidir.
Nutrigenetik, taşıdığımız genetik özellikleri saptayarak, besinlerden ne kadar faydalandığımızı saptamaya yardım eder. Böylece genetik yapımıza uygun şekilde beslenerek, doğru beslenmeyi ve aldığımız besinlerden en uygun şekilde faydalanmayı öğrenebiliriz. Hatta bu sayede genetik olarak yatkınlık taşıdığımız hastalıklardan korunmayı da kendimize sağlayabiliriz.
University College London’da Dr. Keith Grimaldi’nin yaptığı bir çalışmada özellikle kalp damar hastalığındaki risk faktörlerinden biri olan homosisteini yıkan enzimin geninde olan bir değişikliğin bu molekülün kanda yükselmesine yol açtığı gösterilmiş. Homosistein yüksekliği damar iç yüzeyindeki (endotel) hasara ve bunu takip eden trombosit aktivasyonu ile damarlarda pıhtı oluşumuna, sonuçta da buna bağlı tıkanıklıklara sebep olur. Bu kişiler bir tür B vitamini (B9) olan folik asiti bol miktarda alırsa, vücuttaki homosistein dengelenir. Mercimek ve yeşil yapraklı sebzeler folik asit bakımından oldukça zengindir. Homosistein yüksekliğine sadece genetik özellik sebep değildir, başka sebepleri de olabilir. Tıpkı kolesterol yüksekliği gibi... Ailevi kolesterol yüksekliğinde genetik olarak bir sebep söz konusudur. Kişi nasıl beslenirse beslensin, kolesterolü daima yüksektir. Bu kişiler kolesterollerini normale çekebilmek için muhakkak kolesterol düşürücü ilaç kullanmalıdır.
Gluten allerjisi olarak da bilinen çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır. İnce bağırsağın tahılların içinde bulunan gluten proteinine karşı ömür boyu süren alerjisidir. Tek tedavisi hayat boyu diyettir.
Bazı kimseler yüksek kalorili beslendikleri halde kilo almazlar. Bu metabolizma hızına bağlıdır. Metabolizma hızı da yaş, cins, hormonal ve genetik özelliklerden etkilendiği gibi yeme alışkanlığı, fizik aktivite ve yaşam tarzından da etkilenir.
Birine iyi gelen besin diğerine kötü gelebilir
M.Ö. 99-55 yılları arasında yaşamış, Romalı filozof Tituc Lucretius Carus, “Birisi için besin olan, diğerleri için kuvvetli bir zehir olabilir” diyerek, besinlerin kişiden kişiye göre farklı tesirlerinin olabileceğini vurgulamış. Bunu bugün de gözlemleyebilmek mümkündür. Örneğin süt, insan gelişimi için oldukça önemli bir besindir. Peki gerçekten de süt herkes için iyi midir? Sütün iyi gelmediği birçok insan vardır. Sütün içindeki laktoz isimli şekeri sindirmeye yarayan laktaz enzimi, bazı kimselerde genetik olarak yetersiz üretilir. İyi sindirilemeyen süt, tüketildiğinde bu kişilerde hazımsızlık yapar ve buna laktoz intoleransı diyoruz. Herkes birbirinden bu denli farklıyken, herkes için yazılan ortak, toplu bir reçete yazmak da elbette mümkün değil.
İnsanlara uygulanan gen analizi sonucunda tamamen kişinin kendisine özel beslenme programları çıkarmak mümkün. Bu sayede bireylerin hangi besinlere daha çok ihtiyacı olduğu ve hangi besinlere vücudunun olumsuz reaksiyon verdiği belirlenebilir.
Genetik analiz sonucu, genetik yapıya uygun bir diyet programı ile normale oranla 2.5 kat daha hızlı ve sağlıklı kilo verebilmek mümkündür. Öte yandan genlerimiz bir takım hastalık kodlarına da yatkınlık gösterir. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, genetik yapıya uygun diyet programlarıyla bireylerin yüzde 76’sı genetik olarak aktarılan hastalıklardan korunabiliyor.