ABD Başkanı Donald Trump hiçbir şey yapamıyorsa bile bir şeyi başarıyor: Karşısındaki tüm grupları birleştiriyor. Savunma harcamaları çıkışlarıyla Avrupa ülkelerinde “Bir şeyler yapmalıyız” duygusunu harekete geçirdiği açık.
Arap ve İslam ülkeleri, Filistinsizleştirerek hayata geçirmek istediği ‘Gazze Rivierası’ planına karşı, Mısır’ın alternatif planında buluştu. Fikir ayrılıkları olsa da en azından karşı çıkmalarının zeminini yok etti. Az şey mi? Bu, Ortadoğu’da bir başka şeyi daha tetikliyor. ABD’ye daha doğrusu Donald Trump’a karşı tek başına hareket etmektense, sorunlara bölgesel çözümler bulma ihtiyacını…
Mısır’ın Gazze planı bunun ilk somut örneğiydi. İkinci örnek de ABD’nin bölgedeki etkisini azaltmak için DAEŞ’e karşı kurulacak yapı olabilir. Geçtiğimiz haftalarda Ürdün’de Suriye’ye komşu ülkelerin yaptığı toplantıdan çıkan ‘ortak operasyon merkezi’ kararı ete kemiğe bürünüyor gibi. Anlaşılan o ki Türkiye, eğer Trump Suriye’den çekilmeye karar verecekse, Pentagon bunu bir kez daha baltalamasın diye ‘Trump’a karşı elini kuvvetlendirmek’ amacıyla bölge ülkeleriyle hareket etme kararlılığında.
Ortak operasyon merkezi
Türkiye, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan, 9 Mart’ta Amman’da yaptıkları toplantıda ‘terör örgütü DAEŞ ile mücadele için ortak bir operasyon merkezi kurma’ konusunda anlaştı. Bu merkezin nerede olacağı, nasıl çalışacağı, hangi ülkenin nasıl katkı vereceği, ayrıca meselenin istihbarat ve askeri boyutu konusunda çalışmalar sürüyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu hafta gazetecilerle gerçekleştirdiği iftar buluşmasındaki sözlerinden, Türkiye’nin teknik çalışmasını tamamlamak üzere olduğunu anlıyoruz. Bütün ülkeler çalışmalarını masaya koyduktan sonra ortak bir noktada buluşacak. Bu, sadece kara değil hava gücüyle de mücadeleyi gerektireceğinden, tüm ülkeler kendi kapasiteleri doğrultusunda bu mücadeleye katkı verecekler.
Yük Türkiye ve Ürdün’de
DAEŞ, 2012’de Irak’taki hapishanelerine yönelik -soru işaretleriyle dolu- bir baskınla militanlarını çıkarmış, Şii Bağdat yönetimine karşı silahlı mücadeleye başlamıştı. 2014’te Musul’u ele geçirecek kadar güçlenirken, aynı yıllarda Suriye’de Beşar Esad yönetiminden doğan boşlukları doldurmak için de sahadaydı.
ABD liderliğinde DAEŞ ile mücadele için kurulan uluslararası koalisyonun önemli üyelerinden ikisi Türkiye ve Ürdün’dü. Bundan sonra bölge ülkeleri bu işi üstlenecekse, yük, yukarıda saydığımız 5 ülkeden çok Türkiye ve Ürdün’ün sırtında olacak gibi görünüyor.
Türkiye’nin kara, hava gücü- savunma sanayiinin gücüyle de düşünülmesi gerekir- istihbarat gücü biliniyor. Burada Ürdün’ün katkısına da bakmak gerekiyor. Amman, DAEŞ ile mücadelede ABD’nin en aktif Arap ortağıydı (bir diğeri Birleşik Arap Emirlikleri idi.) Körfez’in batı kanadını temsil eden Ürdün’ün etkin bir hava gücü var. Modern hava ve kara mühimmatlarına sahip. Hassas saldırılar gerçekleştirebiliyor. Ayrıca ABD istihbaratından ‘hedefleme bilgisi’ alma kapasitesine sahip ve bu bilgilerle operasyon yapabiliyor. Ürdün ayrıca istihbaratta bölgenin en yetkin ülkelerinden biri olarak biliniyor.
Ürdün, DEAŞ’a karşı koalisyona desteğin ötesinde, el yapımı patlayıcı cihazlara karşı koyma, patlayıcı mühimmat imhası ve mayın temizleme gibi alanlarda da yetkin. NATO çerçevesinde bu birikimini Irak’ta subay eğitimlerinde kullanmış ve uluslararası savunma ittifakına destek vermiş bir ülke. Dolayısıyla Ürdün’ün yapacağı teknik çalışma ve verebileceği desteğin çerçevesi, en az Türkiye’ninki kadar önemli olacak. Fakat asıl mesele, bu mücadelenin teorik çerçevesini çizip, pratikte bunun uygulanabileceğine ABD’yi ikna etmek olacak.