Aslında Türkiye’de Merkez Bankası tartışması bile, tek başına, yalnız ekonomik değil politik dönüşümün şifrelerini verecek bir tartışmadır. İşin teknik yanı bir yana, Merkez Bankası’nın salı günü faizlere dokunmaması sonrası yapılan tartışmalara, yazılanlara baktığınızda nasıl bir akla ziyan cenderenin içinde olduğunuzu anlıyorsunuz. Esasında bu çok boğucu bir şey; başta şunun için, biz faiz tartışıyoruz, yazarlar, bürokratlar, akademisyenler, finansçılar falan ama faizin gerçek muhatabı kim? Faizin birinci elden gerçek muhatabı, yani faizin inip çıkmasından olumlu olumsuz ilk etkilenecek üretici, sanayici, ihracatçıdır. Ama bakıyorsunuz faiz konusunda beklentisi yerine gelmeyen, faizin artacağı yönünde pozisyon alan, daha da ötesi, Türkiye’nin “eskisi” gibi devam edeceğini sanan kesimler “Beklentilerimiz yerine gelmedi, bize verilen söz tutulmadı” diye ayaklanıyor.
Akla aykırı
Hiçbir argümanları doğru değil, bırakın iktisat bilimini, insan aklına aykırı... Onlara söz verilmiş... Kim verdi bu sözü? Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası adı üzerinde cumhuru doğrudan temsil eden iki kurumdan biri... Birincisi, Türkiye Cumhuriyet Savcılık müesseseleri cumhurun doğrudan anayasal, hukuk alanındaki temsilcisidir. İkincisi Merkez Bankası... TCMB de ekonomi alanında cumhurun doğrudan temsilcisidir. Dikkat ederseniz her iki kurumdaki cumhuriyet ifadesi “i” eki almaz, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası değildir, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’dır. Şimdi böyle bir kurum, önceden yalnız millete söz verir, o söz de milletin refahını gözetip kollayacağı sözüdür. “İşte, sadeleştirme sözü verdi, koridor daralacaktı, dolayısıyla politika faizinde artış bekleniyordu; bu olmayınca piyasa nezdinde Merkez Bankası güvenilirliğini yitirir.”
Bu tuzak bir algıdır.Öncelikle Merkez Bankaları hem iç piyasayı hem dışarıyı takip ederek elindeki araçları etkin olarak kullanırlar ve bunu istikrarlı bir şekilde yaptıkları oranda güvenilir olurlar.
Türkiye dahil olmak üzere, bütün dünyada çıktı açığının büyüdüğü ve dezenflasyonist bir süreçte, Fed’in de faiz artırımı fiyatlandıktan sonra, neden yalnız faiz üzerinden kör bir para politikası patikası tercih edelim?
Burada şu argüman ileri sürülüyor; Türkiye, dış ve tasarruf yatırım açığı veren bir ülke, dolayısıyla birbiriyle bağlantısı olan bu ikiz açığı biz ancak dünya ortalamasının üzerinde belirleyeceğimiz faiz oranlarıyla sağlarız.”
Öncelikle burada sözü edilen ikiz açığın tam da bu yanlış para ve maliye politikaları yüzünden, bir kısır döngü olarak önümüze geldiğini söyleyelim. Üstelik bu yanlış para ve maliye politikaları, banka sisteminin aktif yapısını bozuyor ve başta aktif-pasif uyumsuzluğu olmak üzere, sistemi içeriden çürütüyor. Türkiye, riba ekonomisini değil, üretim, katılım ve kanaat ekonomisini öne çıkararak tasarruf oranlarını yukarı çekebilir ve dış açık vermekten de kurtulur.
Yanlışlar...
Bizim burada hem cari para politikalarını ve maliye politikalarını ciddi bir biçimde sorgulamamız gerekiyor. Örneğin merkez bankasının cari politikasında, politika faizi dolayısıyla kredi faizleri belirleniyor. Ama şöyle bir durum var;
buradaki temel varsayım, bankaların nakit talebinin istikrarlı olduğu durumdur. Bu durumda, Merkez Bankası hem parasal tabanı istikrarlı kılacak hem de faizleri kontrol ederek ekonomiyi yönlendirecektir.
Eğer parasal taban talebi istikrarlı değilse, bugün uygulanan politikayla faizler nispeten istikrarlı olacaktır, bu ise, ancak ve ancak rekabetçi bir banka sektörünün bulunmasıyla mümkündür. Eğer parasal taban talebi istikrarsız ve bankacılık sektöründe eksik rekabet mevcutsa, bu takdirde reel kredi faizleri çok fahiş düzeylerde istikrar kazanacaktır. İşte Türkiye’deki durum da budur ve bizim itirazımız da buradadır. Yani siz bu banka sistemiyle bu para politikasını yürütemezsiniz. Ayrıca kendi parasını kontrol edemeyen bir merkez bankası paranın fiyatını kontrol edemez; ederse sonuç çarpıklık olur.
Örneğin Merkez Bankası, faizleri politika aracı olarak belirlemeyip piyasaya bıraksa, bu takdirde parasal kontrolü daha sağlam bir şekilde sağlayabilecektir. Burada faizler ve kur hem istikrar kazanacak hem de faiz olabilecek en düşük seviyede, kurda da en istikrarlı yerde olacaktır.
Reel para arzının daraldığı ve yüksek oranda istikrarsız olduğu ülkelerde faiz hedeflemesi, Merkez Bankası’nın parasal kontrolünü minimuma indirir. Burada eğer maliye politikasını da siz, yalnız faiz dışı fazlaya indirgeyip etkinsizleştirmişseniz varacağınız sonuç, kısa vadeli sermaye girişlerine bağlı büyüme daha doğrusu kronik cari açık, enflasyon hatta stagflasyon kısır döngüsü olacaktır. Çünkü yerli parayı sürekli gereksiz değerli ve bunun için faizleri yüksek tutmak durumunda kalacaksınız.
Ayrıca bölgeler arası gelişmişlik farkları düşük olan ve kalkınma ihtiyacının minimum olduğu yüksek gelir grubu ülkelerinde nispi olarak enflasyon hedeflemesi olumlu sonuçlar doğurmaktadır.
Aksine kalkınma ve hızlı büyüme ihtiyacı olan ve bölgeler arası gelişmişlik farkları yüksek olan ülkelerde -Türkiye gibi- enflasyon hedeflemesi reel ekonomide büyüme ve dağılım problemleri yaratmasının yanında, aynı zamanda, Merkez Bankası’nın kendi para arzı üzerinde kontrolünü de ortadan kaldırmaktadır.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden Doç. Dr. Dündar Murat Demiröz’ün yaptığı çalışma, bize enflasyondan arındırılmış kredi faizlerinin en düşük anda bile % 5’ler ortalamasında bulunduğunu gösteriyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir faizi siyasi otorite kabul edemez. Son yıllarda ise reel faizler % 10’lar düzeyine çıkmıştır. Bu, yukarıda anlattığımız yanlış ideolojik bakış açısının sonucudur. Türkiye burayı aşacaktır.