Milli takım, Avrupa Şampiyonası grup maçlarında kötü sürprizlerin bedelinin ağır olacağı bir sürece girdi. Üç gün önce Andorra karşısında kabus görmekten son dakikalarda Ozan kurtarmıştı bizi.
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Ay-yıldızlı ekibimizin Moldova’da yapması gereken, golü erken bulup rahatlamak ve kendi oyununu rakibine kabul ettirmek olmalıydı. Lakin kapanan ve sahasında millilerimizi bekleyen Moldova’nın kalabalık savunmasını aşmak zordu. İlk 20 dakika işler tam da rakibin istediği gibi gitti. Kaleyi bulan tek şutumuz yoktu. O dakikadan sonra peşi sıra tam üç pozisyon bulduk. Kanatları etkili kullandığımız bu bölümde iki kez Cenk ve İrfan Can yokladı kaleyi. Koşelev kritik müdahaleler yaptı. Ve döndük aynı sıkıcı taktiğe.
Premier ligde kulübede oturarak gerçek kimliğinden uzaklaşmaya başlayan ve bu performansı milli takıma da yansıyan Cenk Tosun’un geri dönüşü ise şık oldu. Bir taç atışında hızlı davrandık. Dorukhan, ilk kez önde yakaladığımız Moldova savunmanın arkasında topu Cenk ile buluşturdu.
Video Asistan Hakemliği’ni başlatmak, Merkez Hakem Kurulu eski başkanı Yusuf Namoğlu dönemine denk gelmişti. İlkler her zaman zordur. Sistemin sağlıklı işlemesi, camianın VAR’ı tanıması, kuralları öğrenmesi vakit alacaktı.
Başlangıçta pek çok aksaklık yaşandı. Hem teknik, hem hakem açısından sıkıntılı bir süreçti. Projenin cesaretle uygulanması noktasında Namoğlu’na bir teşekkür borcumuz olduğunu düşünüyorum.
Lakin, yine onun döneminde çok kötü bir alışkanlık gelişti. Sahadaki hakem, “nasıl olsa VAR hataları düzeltir” düşüncesiyle maç yönetme kolaylığını seçti. Anımsayın bir maçta 4-5 kez VAR’a başvurulduğunu gördük.
O zaman da bu yolu açan Namoğlu’nu eleştirmiş ve “hakemler melekelerini yitiriyor” uyarısında bulunmuştuk.
Hatanın neresinden dönülürse kârdır. Zekeriya Alp MHK’sinin göreve geldikten sonra ilk icraatlerinden biri “VAR kolaycılığına” neşter vurmak oldu.
Altını kalınca çizelim; VAR futbola adalet sağlamak için getirildi.
Haftanın değil, sezonun ilk yarısının sonucu merakla beklenen maçlarından biri idi. Lige iyi başlangıç yapmış, ancak fazla abartıldığını düşündüğüm Fenerbahçe ile Trabzonspor’un erken kapışmasından, futbol kalitesi olarak çok şey beklemiyordum doğrusu. Sadece defoları görmek ve gerçeklerle yüzleşmek anlamında erken uyarı olabilirdi iki takım adına da. İstatistikler mi? Bu tarz karşılaşmalarda hükmü olmayan kağıt üzerindeki karalamalar gibi gelir bana.
Önce şunun altını çizelim. Hazırlık dönemini geçin, Fenerbahçe üçüncü ciddi sınavına çıktı. Trabzonspor ise aynı süreçte 7. maçını oynadı. Üç günde bir efor testi gibi. Kalbin dayanırsa ayakta kalırsın.
Bu tip maçların kahramanları vardır. Seni hayata bağlar. Adı Uğurcan. Trabzonspor’un yaşam kaynağıdır, camiayı ayakta tutan kahramanlandan biridir artık.
***
Hangi takımı çalıştırırsa çalıştırsın Ersun Yanal’ın en sevdiği tarzdır. Önde baskılı başlayacak ve rakibi bunaltacaksın. Golü erken bulursan zaten avantajı
Sosyal medya insanların birbirini gaza getirdiği araç oldu resmen. Sorgulayan yok, hesap soran yok. Üstelik çoğu da mutlu halinden.
Bu furyaya yazılı ve görsel basının katkısı da küçümsenemez elbette.
Bir şeyi olduğundan farklı göstermenin, hak ettiğinden çok övmenin, önemsemenin ve bunları tatmin aracı olarak kullanmanın hem reyting sağlayacağı, hem mutluluk hormonu yerine geçeceği sanılıyor.
Örneklerini futbolda fazlasıyla yaşıyoruz.
Takım tutmanın her türlü bireysel değerden üstün olduğu, ülke sorunlarından uzaklaştırdığı, bambaşka dünyaların yaşandığı bir coğrafyada soluk alıyoruz.
Futbol iliklerimize kadar işlemiş. Beyin kıvrımlarımızı esir almış. Yolunda gitmeyen ne varsa, onlarla yüzleşmek yerine gerçeklerden kaçış yolu olmuş.
Devasa sektörün başrol oyuncuları için bulunmaz fırsat. En geçerli yöntem ise, maddi-manevi sömürü düzeni.
Bizde bir deyim vardır, işler kolaylaşınca pek severiz kullanmayı; “Çantada keklik abi.” Adı her ne ise. Elde edilmesine kesin gözüyle bakılan bir şeydir anlatmak istediğimiz.
Atina deplasmanındaki 3-1’lik galibiyet, sanırım Trabzonspor takımında ve teknik yönetiminde böyle bir rahatlığa yol açtı. Futbol bu kadar genişliği kaldırmaz. Adama öyle bir ders verir ki hayatın boyunca unutturmaz. Trabzonspor dün gece işte böyle bir korku tünelinden geçti.
30 dakikada kalesinde iki gol gördü. İlki yeni transfer Fernandes’in akıl almaz hatasından, diğeri giydiği formanın ağırlığını kaldıramayacağı şimdiden belli olan Obi Mikel’in sebep olduğu penaltı gollerinden geldi. Sonrası tam bir panik havası. Hele ilk yarının uzatma dakikasında Nelson’un kaçırdığı vardı ki, fiş o an çekilmiş olabilirdi.
Sonucu ve oyunu eleştirmeden önce şu tespiti yapmakta yarar var. Henüz sezon başındayız ve Trabzonspor son 15 gün içinde 6. maçını oynadı. Transferler devam ederken, yeni oyuncular henüz hazır hale gelmemiş ve rotasyon fantazisi yok iken.
Peki nasıl
Öncelikle şu tespiti yapalım; bu galibiyet Trabzonspor için hayati önem taşıyordu. Şu ana kadar oynadığı tüm rakipler içinde en ciddisi ve serti Malatyaspor idi. Üstelik moral açından oyunun kalitesi ne olursa olsun, üç puana çok ihtiyacı vardı bordo-mavili ekibin. Ligin hemen başında bu organizasyona ağırlığını hissettirmesi gerekiyordu. Zor ama camia açısından iyi bir skor geldi.
Ünal Karaman’ın üç gün önceki AEK maçında sahaya sürdüğü ilk on biri tercih etmesine başta şaşırdık. Çünkü rotasyonlarına alışmıştık! Aslında futbolcuların da buna ihtiyacı olduğu görüldü. Belli ki hoca hakkını perşembe günü Atina’nın avantajı ile rövanşta kullanacak.
45. dakikada gelen Abdülkadir Ömür golüne kadar oyunun kontrolünün konuk ekipte olması bu yüzden garipsenmemeli... Bu bölümde Trabzonspor ofansif açıdan etkili görünse de hem orta alandan çabuk çıkamadı, hem kısa pas denemelerinde rakip savunmaya takıldı. İlk üç maçın yıldızı
Taraftar hep ister. Hele büyük takımlara gönül vermiş ise.
Yirmi transfer yapsanız, daha fazlasını ister. Şampiyonluk ister, kupa ister, ezeli rakipler karşısında her daim galibiyet bekler.
Kulüpleri yönetenlerin de sorumluluğu bu değil mi?
Lakin bu talepleri karşılarken ayağını yorganına göre uzatmayanların durumu ortada.
Bu işten en çok canı yanan kulüplerin başında Trabzonspor gelir. Son beş yılda plansızca yapılan transferlerin yarattığı tahribat henüz onarılmadı. Bakmayın Bankalar Birliği ile yapılan anlaşmaya. Ya da Yusuf Yazıcı’dan gelecek paraya.
“Nasıl olsa borcun geri ödemesi iki yıl sonra başlayacak” deyip rehavete kapılırsanız, dünden beter olabilir haliniz.
Ahmet Ağaoğlu takdir ettiğim bir başkan. Ekibi de öyle. Geçen sezon çok doğru işler yaptılar. Bu sezona da öyle başladılar. Çıtayı daha yukarı taşıdılar.
Trabzonspor Avrupa Ligi 3. eleme turu ilk maçında şanslı idi. Sparta Prag ile deplasmanda seyircisiz oynadı. İstediği skoru aldı. Ardından rakip AEK oldu. Rastlantıya bakın, Yunan temsilcisinin taraftarı nedeni ile ceza alması, yine bordo-mavili ekibe denk geldi.
Kimse dudak bükmesin. Rakip sahada ateşli seyirci önünde mi oynamak avantajdır, boş tribünlere mi? Baskı yok, hakemi etki altına alacak atmosfer yok. İstesen böyle bir senaryo ayarlayamazsın!
***
Bu tip organizasyonlarda maçın hemen başında golü yemek ve bunu telafi etmek zordur. Hele çok basit bir savunma hatasından kaynaklandı ise. Gardınız düşer, moraliniz bozulur. Bir de eşitlik sayısı için penaltı kaçırdınız mı? Bu arada Sosa’yı suçlamıyorum. Bu takımın penaltıcısı kim, Ünal hocam?.. Çocuk oyuncağı mı bunun hazırlığını yapmak? Her maçta farklı bir isim mi göreceğiz?
Kazanmak her vakit haklı olduğunuzu göstermez. Her şeyin yolunda gittiğini de. AEK takımının eski gücünden çok uzak olduğu gerçek. Trabzonspor bu fırsatı iyi değerlendirdi. Çok büyük bir terslik olmaz ise