Gazetelerin bir “ikinci sayfa kadınları” var. Bir de “üçüncü sayfa kadınları...”
İkinci sayfadakiler, başaranlar, özendiklerimiz; beğenilen kadınlar...
Üçüncü sayfadakiler kaybedenlerimiz, üzüldüklerimiz; yenilen kadınlar...
“Kurtuluş Son Durak” filminde, ikinci sayfanın kadınları, üçüncü sayfa kadınlarını oynuyor.
Ve bu yer değişiminden, neşeli bir kara mizah doğuyor.
* * *
Bütün facia, “Saadet Apartmanı”nda yaşanıyor.
Bazen adı “Tosun” olan bir deri bir kemik çocuklarla ya da “Taze” adlı yaşlı teyzelerle karşılaşırsınız ya...
“Saadet” ismi de taşındığı bünyeyle çelişir kimi zaman...
Kadıköy’de 23 yaşında bir kadın intihar etmişti önceki sene... Aslında intihar etmediği, koca dayağından öldüğü anlaşılmıştı sonradan...
2 yaşında bir kız bırakmıştı geride:
Adı Saadet...
Mezarda bir ana, hapiste bir babayla bu ismi ömür billah nasıl taşıyacağını düşünmüştüm o zaman...
“Saadet”, bir halin değil, bir ümidin adıdır sanki...
Addan ziyade, dilek taşıdır.
* * *
Anketlerde dünyanın sayılı mutlu toplumları arasında çıkıyoruz ya...
Filmin senaristi Barış Pirhasan, “Saadet Apartmanı”nda hicvetmiş halimizi...
Dışardan bakıldığında huzur yuvası izlenimi veren pembe panjurlu evlerin içine girmiş.
Oradaki kesif mutsuzluğu teşhis etmiş.
O evlerin itilip kakılan, “kullanılıp atılan” ve ancak yatıştırıcı haplarla ayakta duran kadınlarını sergilemiş.
Şiddeti, horlanmayı, esareti kader belleyen, geceki dayaktan kalma yara izlerini, sabah yüzünden siyah nokta aldırırmış gibi sildiriveren bu kadınların bir “eylem” neticesi silkinişini ve “pembe dullar çetesi” haline geliverişini işlemiş.
Nasıl Joseph Kesselring’in “Ahududu”sunda iki yaşlı kadın, evlerine gelenlerin yalnızlık acısını arsenik içirerek dindiriyorsa, bizim kadınlar da kendi acılarını, kasten olmasa da, benzer bir yöntemle dindiriyor.
Ve onların “eyleminden”, baştan sona keyifle izlenen, finaliyle umut veren, ibretlik bir durum komedisi çıkıyor.
* * *
“Kurtuluş Son Durak”, kadına şiddet gibi ağır bir konuyu, dozunda bir mizahla sergilerken fonda da erkek dünyasındaki dayakçı-polis işbirliğini sergiliyor; ekranların dünyası ile gerçek dünya arasındaki mesafeyle dalgasını geçiyor.
Filmin resmi makamlarca, “şiddet-korku içerikli” diye kategorize edilerek yaş sınırı getirildiğini öğrendim sonradan...
“Bizim hanım da ibret alır mı” diyecek dayakçı kocalar dışında kimseyi korkutacak bir şiddet unsuru yoktu oysa...
Şiddeti engelleyemeyip görünürlüğünü engellemeye çalışanlara çok gülüyorum.
“Saadet Apartmanı”nın bir dairesinde de onlar oturuyor galiba...
Bir ordu ki...
Bir ordunun komutanı, astları tarafından “Ondan habersiz yapmadık ki...” diye adres gösteriliyorsa...
Komutan, karargâhında yapılan her işi bilmesi gerektiği halde, kurmayları tutuklu iken “Komutanları benim, sizin derdiniz benle, onları bırakın, gelin beni alın” diyemiyorsa...
Ve tutuklandığında kendini “Valla bana arz etmediler. Cumhurbaşkanı, Başbakan beni bilir” diye savunuyorsa...
O ordu, savaşı baştan kaybetmiştir.