Şimdiye kadar Michelin yıldızlı restoranlarda çalışan Türklerin hikâyelerini ve hayallerini dinledik hatta Michelin kazanan Türk şefler de oldu, ama kendi Türk restoranıyla Michelin yıldızı alan bir Türk şef yoktu. İlk kez İrlanda’daki Dede adlı restoranıyla şef Ahmet Dede, bir Michelin yıldızı kazandı
Bu hafta Michelin yıldızlarının açıklanmasıyla birlikte Hakkasan, Wagamama, Yauatcha, Busaba gibi restoranların yaratıcısı Alan Yau’nun birkaç yıl önce İstanbul’da Gastroekonomi Zirvesi’nde yaptığı konuşmayı hatırladım. “Yemek en güçlü duygu” diye başlamıştı gastronominin önemini anlatmaya. Serotonin ve dopamin hormonlarını salgılamamıza yol açtığı için. 1992’de kendi yarattığı Wagamama markası öncülüğünde o yıllarda dünyada esamesi okunmayan ramen pazarının önceki yıl 24.4 milyar dolar büyüklüğüne ulaştığını anlattı.
Alan Yau, Türkiye’yi İspanyol, Fransız, İtalyan, Japon ve Çin mutfağı gibi dünyanın en popüler 5 dünya mutfağının ligine çıkarmak için
“Bir erkek arkadaşım 30 yıldır bu modaevinden giyiniyordu. Bu marka benim olursa onun benimle ne kadar gurur duyacağını düşündüm ve markayı satın almaya karar verdim.” Bahsettiğimiz marka 132 yıllık Fransız modaevi Lanvin, sahibiyse 80 yaşında Çinli iş insanı Shaw-Lan Wang.
‘Made in China’ yazısını hep kalitesizlikle eş gördük, hatta Çin malı aşıdan bile çekinenler oldu. Fransız, İtalyan markaların nedense hep daha kaliteli olduğuna dair inancımız tamdı. İşte bu yüzden Lanvin’in sahibinin Çinli bir iş kadını olduğunu öğrenmek başta şaşırtıcıydı.
Lanvin’in asıl hikayesi
Lanvin denince aklımıza modaevinin tam 14 yıl kreatif direktörlüğünü yapan Fas doğumlu, İsrail asıllı Alber Elbaz geliyor.
Öncesinde Lanvin’in asıl hikayesine bir bakalım. Markayı tekrar yükselişe geçiren Shaw-Lan Wang. Çünkü 2001’de Lanvin’i L’Oreal’den satın aldıktan sonra Alber Elbaz’ı bizzat kendisi işe alıyor. Elbaz, Gucci grubunun Yves Saint Laurent’i satın almasıyla işini Tom Ford’a kaptırınca bir süre
Washington Post’ta bu hafta Ahmet ve Nesuhi Ertegün kardeşlerle ilgili yeni bir belgesel hakkında David Taylor imzalı bir haber vardı.
İlk belgeseli ‘Eye of Istanbul’ ile 2016’da Washington, DC Bağımsız Film Festivali’nde en iyi belgesel ödülü alan Ümran Safter, Atlantic Records’ın kurucuları Ertegün kardeşlerin hikâyesini anlattığı belgesel için caz tarihçileri ve müzisyenlerin yanı sıra Bob Porter’dan Renee Pappas’a Ertegün kardeşleri tanıyan bulabildiği herkesle konuşmuş.
‘Leave The Door Open’ adlı belgesel henüz tamamlanmamış ama ilk montajıyla bir Washington, DC Bağımsız Film Festivali’ne katılıyor.
Safter’e bu filmi yaptıran en önemli neden hikâyenin çok iyi olmasıymış.
Pandemi sürecinden James Bond bile etkilendi.
Son filmi ‘No Time To Die’ın gösterimi kim bilir kaçıncı kez ertelenmek zorunda kaldı.
Nisanda gösterime girmesi planlanan filmin gösterimi şimdi de ekime ertelendi.
Sırf lansmanı bu filmle birlikte yapılacak ürünlerin de lansmanı ertelenmek zorunda kaldı tabii.
Filmde kullanılan teknolojik ürünler bile bu süreçte eskidi.
Bir de tam aksine pandemi sürecinde çekilen filmler oldu.
Bir kısmının seti Kovid-19 nedeniyle durmak zorunda kaldı, Batman gibi, bir kısmı ise hastalıksız tamamlandı.
İşte bu süreçte en çok konuşulan filmlerden biri Anne Hathaway ve Chiwetel Ejiofo’nun başrollerinde olduğu ABD’de prömiyeri gerçekleşen ‘Locked Down’ filmi oldu.
Pandeminin başında House Party hayatımıza girmişti, şimdi ise herkesin peşinde olduğu, sadece özel davetle girilebilen, üyelik kulübü gibi işleyen yeni bir uygulama var: Clubhouse
Ekstra davetiyen var mı? O kadar uzun zamandır bu cümleyi duymuyordum ki... Açılışlar, davetler, partiler, seyahatler o kadar uzak geliyor ki şimdi. Daha dün, global bir sosyal kelebekle konuştum; sadece gezen tozan biri değil, işi bu olan, global trendlere yön veren biri.
“En son evden ne zaman çıktığımı hatırlamıyorum, kaç gün oldu bilmiyorum” dedi, gülüştük. Başka yapacak bir şey yok çünkü. Dünya bu durumdayken nasıl oluyor da ekstra davetiye isteniyor… Peki, ama ne için gerekli bu davetiye? Clubhouse’a katılabilmek için.
House Party’den farklı
Clubhouse, sadece sesli sohbetlere katılabildiğiniz bir uygulama, şu anda sadece iPhone versiyonu var. İlk pandemi döneminde House Party çılgınlığı yaşanmıştı, hatırlıyorsunuz. Şimdi House Party kullanan kaldı mı bilmiyorum. Clubhouse, House Party’den farklı, ama bir kere henüz herkese açık
İstanbul’un önde gelen restoranlarından Sunset, tam iki yıl önce 25’inci yılını Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘Sunset Grill&Bar Cookbook’ adlı kitapla kutladı.
Evet, dünyanın birçok yerinde 25’inci yılını ve hatta daha nice yıllarını kutlayan restoranlar var. İstanbul, her
alanda olduğu gibi yeme-içmede de başka hiçbir şehre benzemiyor, Hakkasan’dan Ristorante Italia di Massimo Bottura’ya kadar dünyanın birçok önde gelen restoranını yaşatmadı.
Hatta Massimo Bottura’yı ‘En İyi 50 Restoran’ listesinde birinci olduğu yıl harcadı.
Bir restoran her yerde başarılı olabilir ama İstanbul’da başarılı olmak için sadece iyi yemek ve ambiyans da yetmiyor, yıllar içinde bunu anladık. Geçtiğimiz yıl bir de bunun üstüne pandemi geldi, halen restoranlar kapalı. İşte şimdi bu durumda Sunset, yemek kitabını yeniden satışa çıkardığını duyuruyor.
Elde edilen tüm gelirin çalışanlarına aktarılacağının altını çizerek.
Glastonbury de iptal edildi
İngiltere’de geçtiğimiz yıl 2
Tam dört yıl önce Donald Trump’ın ABD Başkanı olduğu gün, sanatçı Matthew Barney, Long Island City Building’de bulunan atölyesinin dış cephesine dev bir enstalasyon yerleştirdi.
Enstalasyon, kırmızı neon ışıklardan oluşan dev bir saatti, günleri ve saatleri gösteriyordu.
Atölye, Trump’ın doğduğu Long Island bölgesindeydi ve Birleşmiş Milletler’in tam karşısındaydı.
Birçok New Yorklu bu saatin tam olarak ne olduğunu bilmiyordu.
Oysa saat, Trump’ın 1460 günkük başkanlık görev süresini gösteriyordu.
Frize New York’un yeni yeri Shed, Hudson Yards adlı bir gayrimenkul projesinde yer alan bağımsız bir kültür-sanat mekânı.
Yine aynı projede yer alan Thomas Heatherwick imzalı dev heykel The Vessel da farklı tasarımıyla hemen yanındaki AVM’yi bile bir turist destinasyonuna çevirdi.
Bal peteği şeklindeki heykeli andıran yürüyüş yolları önünde sadece gençler değil, herkes selfie yapıyor.
Hatta Türkiye’den gidenler bal peteğini dönere benzetiyor ve döner gif’leriyle birlikte paylaşıyor fotoğrafları Instagram’da.
Heatherwick’in bu tasarımını eleştirenler de çok, ama gittiğinizde sonucu görüyorsunuz, önünden kalabalık hiç eksilmiyor.
Artık AVM’ler de medya gibi iyi içerik üretmek zorunda.
İyi bir tasarımın yanı sıra iyi bir içerik, iyi bir seçki ve herkesin katılmak isteyeceği etkinlikler yaratmak gerekiyor.
Çünkü artık mekânların da kendi komünitelerini yaratmaları gerekiyor.