'Succession' adlı diziyi izleyenler hatırlayacak, bir medya imparatorluğunun sahibiyle çocuklarının ilişkisini, iktidar savaşını.
Rupert Murdoch’un ailesinden ilham alan dizide büyük patron 80 yaşında ve emekli olup olmamaya ve imparatorluğun tepesine hangi çocuğunun geçmesini istediğine karar verme aşamasında.
Kendall Roy karakteri ise babasının yerini almaya en yakın aday.
İşte hip hop müzikle de ilgilenen, şirketin başına da geçen Kendall Roy karakteri aslında Rupert Murdoch’un oğlu James Murdoch’tan esinlenerek yaratılmış.
Şimdi ise global çağdaş sanat dünyasının gözleri James Murdoch üzerinde, peki ama neden?
Çünkü James Murdoch, Basel, Miami ve Hong Kong’da düzenlenen dünyanın en saygın sanat fuarlarından, bu yıl 50. yılını kutlayan Art Basel’in de sahibi olan MCH Group adlı şirketin çoğunluk hissesini almak üzere görüşmeler yapıyor.
Art Basel’in sahibi olan MCH Group özellikle pandemi döneminde fuarların sadece dijital olarak gerçekleşebilmesi sonucunda büyük ekonomik sıkıntılar yaşıyor, bu yüzden de
2020 zor bir yıl; karantina sonrası yaz ayları, sosyalleşmeyi özleyenlere ilaç gibi geldi. Peki, ama Bodrum’da bu yaz nasıl geçiyor, pandeminin etkileri nasıl devam ediyor, en çok hangi mekânlar konuşuluyor?
Bodrum’da koronavirüs yokmuş!” Aslında Bodrum’daki ruh halini en iyi bu cümle özetliyor, Bodrum’da gerçekten koronavirüs olmadığı için değil tabii, buraya gelenlerde karantina sonrası normale dönüş, sıcak ve açık havada çok hızlı gerçekleştiği için.
Popüler mekânların işletmecileriyle konuştuğunuzda da görüyorsunuz, geçen yaza göre ciroları yüzde 50 daha yüksek; hatta en pahalı otellerde yer yok; bir aylık ev kiralayanlar, ikinci aya uzatmak istediklerinde ev bulamıyor! Plajlarda, restoranlarda karşılaşan tanıdıklar uzaktan selamlaşmak yerine çoktan sarılıp öpüşmeye geri dönmüş, geri çekilirseniz karşınızdaki suratınıza anlamsız anlamsız bakıyor, sanki siz yabanilik ediyormuşçasına! Bu tabloya baktığımızda gerçekten koronavirüs Bodrum’a uğramamış
Deniz Bulutsuz-Ozan Güven olayında en başından beri “Şiddetin bahanesi yok. Kimse kimsenin kariyerini bitiremiyor, kimse kimseyi rezil de edemiyor, kariyeri
bitiren de rezil eden de insanın ta kendisi” diyorum.
Kadın sorunlarını gündeme getiren birçok dergi ise bu konuda nedense sessiz kalmaya devam ediyor, bunu anlamak mümkün değil.
Ama unutmamak gereken bir şey var, Güven’in ya da bir başkasının tüm hayatını, kariyerini silmeye çalışmak gereksiz, davranışlarını kınasak da.
Özellikle de şu anda yargıda devam eden bir süreç varken ve tabii iki kişinin özel hayatında olan bir şey hakkında kimsenin her şeyi bilmesi mümkün değilken.
'Çok üzücü, Türkiye’deki tasarımcılar Londra’da yeterince tanınmıyor. Belki birkaç moda tasarımcısı sayabilen olur ama o kadar” diyor Londra’yı bir tasarım başkenti haline getirmeyi başaran, 17 yıl önce John Sorrell ile birlikte Londra Tasarım Festivali’ni kuran ve daha sonra Londra Tasarım Bienali’ni de başlatan Ben Evans.
İki yıl önce, daha önce Marc Newson, Thomas Heatherwick ve David Adjaye gibi değerli isimlerin de almaya hak kazandığı Londra Tasarım Madalyası ödülünü kazanan Hüseyin Çağlayan dışında bir isim vermiyor.
İki yıl önce Londra’da bir tasarım ödülleri davetinde tanıştım Sebastian Conran ile.Yaşam boyu başarı ödülü almak için sahneye çıktığında “Bu ödülü doğru Conran’a verdiğinize emin misiniz?” diyerek herkesi güldürmüştü.
Çünkü sadece İngiltere’de değil, dünyada tasarım denince akla ilk gelen birkaç isimden olan ve Habitat, Conran Shop gibi mağazaların yaratıcısı, Londra Tasarım Müzesi’nin kurucusu Terence Conran’ın büyük oğlu kendisi.Kardeşi Jasper Conran da Sophie Conran da kendisi gibi birer tasarımcı.
Sebastian Conran’ı ailenin diğer fertlerinden ayıran en büyük farkı tüm aile fertleriyle iyi ilişkilerinin olması ve tabii belki de bunu sağlamasına neden olan, kendi ismini taşıyan stüdyosu Sebastian Conran Design. Sebastian Conran’ın Hammersmith’deki eski otomobil garajından bozma atölyesinde Kraliçe Elizabeth’den bir teşekkür mektubu da var, onun yanında ise John Sorrell’den bir not da...
Eczacıbaşı Grubu’na ait VitrA için de tasarımlar yapan
Şiddetin bahanesi yok. Kimse kimsenin kariyerini bitiremiyor, kimse kimseyi rezil de edemiyor, kariyeri bitiren de rezil eden de insanın ta kendisi oluyor.
İki kişi arasında evlerinin mahremiyetinde yaşananlar aslında kimseyi ilgilendirmez, ta ki taraflardan biri darp iddiasıyla şikâyette bulunana kadar. İşte bu duruma alışığız aslında; şikâyetin üstüne, “Kariyerini bitireceğim, seni Türkiye’ye rezil edeceğim” savunmasına! Benzer replikleri daha önce çok duyduk. Ama çok kısa sürede unutuldu, gitti hepsi.
Bu hafta oyuncu Ozan Güven’in kız arkadaşı Deniz Bulutsuz’a şiddet uyguladığına dair iddiaları konuştu Türkiye; tuhaf ama bir kadının şiddet gördüğünü açıkladığı paylaşımlara “Yanındayız” mesajı, “like” üstüne “like” basılarak verilmeye çalışıldı.
100 bini geçti like’lar ve “Çok geçmiş olsun, yanındayız” mesajları. Hemen akabinde suçlanan taraf için de “#yalnızdeğildir” etiketi açıldı, biraz tepki alınca “ironiydi”
Doğası ve köy hayatıyla sevdiğimiz Bodrum, son yıllarda başka bir ligde de varlığını gösteriyor.
Mandarin Oriental, The Edition, Amanruya gibi uluslararası otelleriyle, Chanel’den Dior’a kadar birçok lüks markanın yazlık butikleriyle, Yalıkavak Marina’nın mega yatlar bölümüyle artık en üst turist segmentine de hitap ediyor.
Bu da Bodrum’un St. Tropez ve Capri gibi dünyaca ünlü sayılı yerle aynı seviyede konumlandırılmasını sağlıyor.
O yüzden global markaların ya da küreselleşme adımını atmayı başarmış yerli markaların Bodrum’u tercih etmesi de Türkiye turizmi ve tanıtımı için son derece değerli.
İşte bu yüzden her yaz fiyatları, özellikle de lahmacun ve döner fiyatlarını tartışmamız gereksiz, çünkü her keseye uygun bir seçenek var Bodrum’da.
En üst segmente hitap eden global markaların müşterisiyle köyün içindeki mantıcının müşterisi elbette aynı değil.
Önemli olan, en lüks yerde de en salaş yerde de belli standartları koruyabilmek ve en iyi servisi verebilmek.
İşte Bodrum’u temsil eden kiş
Björn Runge imzalı ‘Nobel Adayının Karısı’ filmini izleyenler hatırlayacak: Joan Castleman her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır sözünün yaşayan kanıtı.
Glenn Close’un canlandırdığı zeki ve yetenekli olan Joan, 40 yıllık evliliğinde eşi için her şeyi yapan bir kadın.
Kendi yeteneğini feda ederek eşinin yükselen edebiyat kariyeri için gece gündüz demeden çalışıyor.
Ama eşine verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü almaya gittikleri yolculukta aldatılmaya ve aşağılanmaya artık daha fazla dayanamayacağını anlıyor ve eşinden ayrılmaya karar veriyor.