İkinci Dünya Savaşı sırasında, 80 yıl önce yaşanan Struma Faciası’nda ölenler, 24 Şubat’ta anıldı. Çünkü anmak, hatırlatmak, özür dilemek, sadece yeniden aynı travmaları yaşamamak içindir.
Savaşların tarihe yazılmayan, saklanan, yok sayılan, sessiz kalınan kitlesel katliamlarla dolu arka yüzü, görünen yüzünden daima daha acımasızdır. Çünkü tarih bize; hemen bütün devletlerin, tankların, silahların, bombaların, füzelerin arkasına sakladığı, savaştan daha ağır, daha travmatik, daha acımasız, sivilleri hedef alan bir katliamına işaret eder: “Struma” gibi…
İkinci Dünya Savaşı yılları… 15 Aralık 1941’de Romanya’da Nazi zulmünden kaçmak isteyen yüzlerce Yahudi, can havliyle bir gemiye sığındı. 46 metre boyunda “Struma” adlı bir yük gemisine… 769 Yahudi yolcusuyla Filistin’e doğru yola çıktı… İstanbul Boğazı’nda Sarayburnu açıklarında motoru arızalanan gemi demir attı. 1 gün, 2 gün, 3 gün değil, tam 72 gün süren, giderek umudun yitirildiği bir bekleyiş…
O tarihlerde Alman silah endüstrisine krom ihraç eden Vehbi Koç ve bazı bürokratların devreye girmesiyle Martin Segal ailesi ve hamile Medea ile David Frenck, İsrael Frenck, Tivia Frenck, Emanuel Gefner ve Theodor Bretschneider’in gemiden ayrılmalarına izin verilse de gemide kalan Yahudi mültecilerin yaklaşık 2 buçuk ay âdeta bir “kafes”e kapatılmış gibi gemiden çıkmalarına izin verilmedi. “Struma”nın motoru söküldü, rıhtıma yanaşmasına izin verilmedi. Ve yüzlerce insan denizin ortasında açlığa, hastalığa, sefalete ve lal olmuş devletlerin gözleri önünde bir felakete doğru sürüklendiler…
Aralık 1941’de Romanya’da Nazi zulmünden kaçmak isteyen yüzlerce Yahudinin sığındığı Struma gemisi 24 Şubat’ta büyük bir patlamanın ardından battı.
Nazi Almanya’sı, Türkiye’ye, gemide salgın hastalık olduğunu öne sürerek yolcuların karaya çıkarılmasına izin vermemesi yönünde baskı yaptı. İngiltere, Filistin’e, Yahudi göçünü kısıtlayan kararnameyi hatırlatarak geminin yola çıkmasını engelledi. Macaristan geri almak istemedi. Türkiye kendi sınırlarında çaresizce bekleyen bu insanları görmezden geldi. 23 Şubat 1942’de Türkiye hükümeti, motoru olmayan, halatları kesilen gemiyi Şile açıklarına çektirdi. Karadeniz’e doğru gece boyunca sürüklenen gemi, Yom Burnu’nda 24 Şubat sabahı büyük bir patlamanın ardından battı. Yıllar sonra “Struma”nın dağılan Sovyetler Birliği’nin arşivinden çıkan bir belgede, “SC-213” denizaltısı tarafından tek torpidoyla batırdığı öne sürüldü. Aralarında çocukların da olduğu yüzlerce Yahudi göçmeni sulara gömülmüştü. Davit Stoliar adlı genç bir yolcu ve İkinci Kaptan Ivanof Diko bir tahta kirişe tutunarak hayatta kalmaya çalıştı. Stoliar, balıkçılar tarafından bulunduğunda, kurtulma umudunu yitiren Diko, kendini çoktan akıntıya bırakmıştı…
***
“Struma Faciası” anlatılan kadardı. Hiçbir zaman gerçeğin ne olduğu resmî belgelerle açıklanmadı. Niçin yüzlerce insan nefessiz, tek tuvaleti olan bir yük gemisinde tutuldu? Neden mülteci kampında bekletilmedi? Neden insani bir çözüm üretilmedi? Sahi bizi kendi içimizde bile bu olayı tartışmaktan kim korkuttu, hiçbir zaman öğrenemedik. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Refik Saydam, Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’ydu. İnönü ve Saraçoğlu, her ne kadar Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’nın dışında tutan politikalara yön veren siyasetçiler olarak bilinseler ya da “Struma trajedisinde bizim dahlimiz yoktur” deseler de savaşın, sivilleri hedef alan o karanlık, çirkin yüzünün gerçek sorumlularını da açıklamadılar. Olayın tek bir suçlusu, sorumlusu yoktu. Suça herkes ortak olmuştu: Kulaktan kulağa fısıldandı. Evet, Almanya gemiden ayrılmamaları yönünde baskı yaptı, İngiltere gitmelerine izin vermedi, Romanya almadı, Sovyetler Birliği batırdı, ama 1940’lı yılların Türkiye’si de savaştaki tarafsızlığını kanıtlamak için sanki böyle bir olay hiç olmamış gibi davrandı. Denizin ortasında tek bir hücrelik hapishane yarattı. İnsanlık onurunu hiçe sayarak… Medya bir faciadan yığınla soru biriktirdi ama yıllarca yazamadı, devlet arşivini açmadı, akademisyenler araştırmadı. Yanlış politikaların sonucu yaşanan bu ağır travmatik olay, bugün dahi bütün gerçekliğiyle bilinmiyor… Geriye kalan birkaç belgesel, birkaç kitap.
***
Fakat Struma faciasına 2000’li yılların Türkiye’si sessiz kalmadı. Facianın 73’üncü yılında, 24 Şubat 2015’te o gemide ölen insanlar, ilk kez devlet düzeyinde düzenlenen resmî törenle anıldı. Geçtiğimiz hafta, “Struma”da hayatını kaybedenler facianın 80’inci yılında yine anıldı. Bu gerçek anlamda tarihin karanlık yüzüyle yüzleşme kültürünün bir sonucu değil elbette, ama tarih bir daha aynı şekilde tekerrür etmesin diye atılmış önemli bir adımdır.
Her savaş geride sadece rakamlarla ifade edilen milyonlarca insana ait trajik hikâyeler bırakır. İnsanı değersizleştiren, kimliksiz bırakan, kayıpları ya da kazanımları rakamlarla ifade eden hiçbir savaşın haklılığı olamaz.
Ve dileriz bir gün savaştan kaçarken bir gemide kıstırılmış, hayatları çalınmış, hâlâ denizin dibinde sahipsizce yatan bu insanların ruhları huzur bulsun, aynı acılar tekrar yaşanmasın diye hikâyeleriyle isimleriyle tek tek yazarak anarız. Çünkü anmak, hatırlatmak, özür dilemek sadece yeniden aynı travmaları yaşamamak içindir.