Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye medyasının karne notu uluslararası raporlara göre hızla düşüyor.
Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre 180 ülke arasında 154. sıraya indi, Freedom House raporunda “özgür olmayan” “kısmen özgür” ülkeler arasına girdi. Son raporu Friedrich Ebert Stiftung (FES) hazırladı. Bu raporda genel durumumuz ise 5 üzerinden 2.1
Friedrich Ebert Stiftung raporunda Türkiye genelinde medyanın sansür ve oto sansürü nasıl olağan hale getirdiği, sıradanlaştırdığı, havuz medyasıyla derin bir kutuplaşma yarattığı ve medyanın ifade özgürlüğünün nasıl abluka altına alındığı anlatılıyor.
Hal böyleyken söz konusu raporda Türkiye’deki Ombudsmanlık kurumuna yönelik değerlendirmeyi bazı doğruları olmakla birlikte son derece sorunlu bulduğumu, doğru ifadelerle analiz edilmediğini belirtmek isterim. Habercilerin ve yazı işlerinin Ombudsmanlara yönelik olumsuz algısını ‘görevlerini yapamıyorlar’ şeklinde değerlendirmek büyük bir haksızlık. Aynı konuyu bir süre önce Milliyet yazarı Mehveş Evin de köşesinde işlerken şöyle demişti: “Şu anda Milliyet dahil, sadece dört gazetenin ‘ombudsman’ı var. Daha ziyade okur temsilcisi gibi görev yaptıklarını söyleyebiliriz. Ancak malum baskılar yüzünden bazen ‘okur temsilciliği’ görevini dahi sınırlı yapabiliyorlar.”

Ombudsmanın görevi
Birincisi Ombudsmanlık dediğiniz şey; zaten ‘Okur Temsilciliği’dir. Ne gazetenin ne de okurun avukatı değildir. Görevi de okur şikâyetlerine, meslek etiği ilkelerini hatırlatmakla sınırlı tutulamaz. Dolayısıyla “Ombudsmanlığı zaten yapamıyorlar, okur temsilciliğini de kısmen yapıyorlar” demek meseleyi iki türlü de kavrayamamış olmak demektir.
İkincisi Türkiye’de eğer medya üzerinde bir sansür, oto-sansür, baskı varsa bu hepimizin üzerine çöken bir sorundur. Köşe yazarları kendi köşelerinde Türkiye’nin mevcut siyasi iktidarının ürettiği politikaları eleştirebiliyorlar da Ombudsmanlar mı görevini yerine getiremiyor?
Türkiye’nin ekonomik ve siyasal gündemini yorumlamayı malum baskılarla bir tarafa bırakan bazı gazeteciler ve yazarlar, Ombudsmanlığın bizzat kendisini ‘suya sabuna dokunulmayan bir konu’ olarak algıladığı için midir ki sıklıkla köşelerini özellikle ombudsmanlar üzerinden medya eleştirilerine ayırıyorlar?

Gazetenin güvenirliği
Türkiye medyasının üzerindeki baskıları tartışabilirsiniz, Türkiye medyasının geleceğini sorgulayabilirsiniz, mesleğin nasıl icra edilip edilmediğini de. Ancak medyanın yayın politikasını sık sık değiştirmesinin okurların gözünde haberlerin ve makalelerin nasıl kuşkulu hale geldiğini, güvenilirliğini nasıl yitirdiğini Ombudsmanlarla kuracağınız iletişimle ancak öğrenebilirsiniz.
Friedrich Ebert Stiftung raporunda bu durumu gözlemlemek mümkün. Rapora göre; Türkiye’de gazeteciler, haberciliği, çalıştıkları gazetenin ideolojisinden bağımsız olarak icra edilebilecek bir meslek olarak görüyor. Ancak gerçek hiç öyle değil. Deneyimli bir gazetecinin “Kadro değişmediği halde, TMSF el koymadan öncekiyle, el konduktan sonraki gazete birbirinden 180 derece farklıydı; yani aynı kadroya bambaşka bir gazete yaptırmayı başardılar” sözleri gazetecilerin bu mesleği kendi meslektaşları üzerinden yorumlamasından çok daha vahim bir duruma işaret etmektedir.
Dolayısıyla Türkiye’de gazeteciler sadece kendilerini okumayı bir tarafa bırakırlarsa meseleyi hep beraber öğreneceğiz, hatta belki çözeceğiz...