Ali Nail Kubalı

Ali Nail Kubalı

ankubali@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DEĞERLİ okurlarım, Türkiye’de böyle bir davranış biçimi gelişti. Hedef makamlar seçiliyor. Bu makamlar genellikle o noktadan yapılabilecek etki bakımından kilit konumunda oluyor. Orası adeta düşman işgalinden kurtarılacak bir kale gibi düşünülüyor. Ve orayı ele geçirmek için her yola başvuruluyor. Bir kere ele geçtikten sonra da her ne pahasına olursa olsun bırakılmıyor. O “işgal edilmiş kale” etik olduğuna bakılıp bakılmadan her türlü mücadele ile elde tutulmaya çalışılıyor. Orayı elde tutmak sanki kutsal bir amaçmış gibi telakki edildiği için yapılan mücadelenin etiğini “amaç” mübah kılıyor.
Geçmişte Odalar Birliği Başkanı olan bir politikacımız seçimi kaybetmesine rağmen kendini makamına kilitlemişti. O zaman Başbakan olan Süleyman Demirel’in kendisini polis zoru ile makamından çıkarttığını anımsıyorum.
Günlerdir, YGS’de soru cevaplarının çözümlenebilir bir sıra ile yazılmış olması eleştiriliyor. Böyle bir dizilimin kopyaya olanak sağladığı; daha da vahimi bu dizilimin yer aldığı sınav kağıtlarının kendilerine önceden dizilimin şifresi verilmiş olan öğrencilere isme yazılı soru kitapçıkları ile ulaştırılarak hile yapılabileceği yazılıyor, söyleniyor, haykırılıyor! öğrenciler boykotlar yapıyor, sokak gösterileri yapıyor! ÖSYM Başkanı olan bey oralı değil.

1 milyon 700 bin öğrenci

Her yaptığı açıklamanın gerçekleri yansıtmadığı ortaya çıkıyor! Söylediklerinin yanlış olduğu internet sitelerinde kanıtlanıyor. Ortaya yeni bir yanıltıcı açıklama çıkıyor! Onun da aksi kanıtlanıyor! Sonunda daha önce söylediklerinin doğru olmadığını itiraf etmek zorunda kalıyor. Yani 1 milyon 700 bin öğrencinin geleceği ile oynanmış olacağı ihtimalini kabul ediyor. Ama, “bize inanın böyle birşey yapmadık” gibi açıklamalar yapıyor. Düşünmüyor mu bu güne kadar hiç bir söylediği doğru çıkmayan bu insana o, 1 milyon 700 bin aile neden inansın. Ben de şüphe ediyorum:
“Acaba böyle anlaşılması çok zor elektronik yöntemlerle hileye olanak yaratarak üniversitelere, yeni ÖSYM yönetiminin anlayışına yakın öğrencilerin doldurulması mı isteniyor? Toplumda onların öne geçmesi için özel bir ‘mimarlık’ mı yapılıyor?” diye soruyorum kendime!
Peki bu skandal ortaya çıktığında sırf “kendilerinden“ olduğu için bu zata sahip çıkanlar, şimdi o zatın kendisi söylediklerinin yukardan aşağıya yanlış olduğunu açıkça itiraf etmesinden sonra neden susuyorlar? Neden gereğini yapmıyorlar? Neden bu zatın kendi emrinde olan insanlarla bu konuyu inceletiyor olmasına müsade ediliyor? Burada bilgisayar kayıtları ve de tüm delillerin karartılabileceği düşünülmüyor mu?
Konunun tetkikine bir savcı atandı. Ama kamu oyunda yargıya güven kaldı mı ki bu savcıya güven duyulsun? Ben de saygıdeğer savcıyı hiç tanımıyorum. Tanımadığım için de kişiliğine, tarafsızlığına ve etik değerlerine güven duymak istiyorum. Mutlaka öyledir diye düşünüyorum. Ama benim vurgulamak istediğim, aylardır bu Ergenekon ve Balyoz davaları ile ilgili öyle tutarsızlıklar oluşuyor ki kamu oyu belki de en saygın bir savcının yapacağı tahkikata dahi şüphe duyabiliyor!
Bu noktada ÖSYM’nin başındakilerin topunun istifa etmesinden ve bu sınavın yepyeni ve tarafsız bir ekiple tekrarından başka bir çare kalmamıştır! Bir de ülkemizi nerelere doğru götürdüğümüzü sorgulamanın zamanıdır diye düşünüyorum, değerli okurlarım !