Değerli okurlarım, geçen yazımda Ahmet Altan’ın bir makalesinde Atatürk’e karşı yaptığı mantık ve muhakeme süzgecinden geçmemiş suçlamalar üzerinde durmuştum.
Ahmet Altan, Mustafa Kemal’i adeta kaprisli bir çocuk gibi hayalindeki Selanik’i Türkiye’de yaratmaya çalışan sığ düşünceli bir diktatör olarak yorumluyor ve şöyle diyordu,
“Sanırım bütün diktatörlerin düştüğü hataya düşüyordu. İstediği şeyin iyi olduğuna inanıyordu ve önerdiği iyiliğin kabul edilmemesine sinirleniyordu.... Bu Selanikleşme hareketine Atatürk ilke ve inkılapları adı takıldı ve bunlara uymayanlar devlet düşmanı ilan edildi.”
Ben de geçen yazımda Atatürk döneminin ekonomik programının çağdaş “Ekonomik Kalkınma” modellerinin “İnsan Odaklılık”, “Göreceli Üstünlük”, “Altyapıya Öncelik” gibi en temel ögelerine sahip fevkalade derinliği olan bir kalkınma modeli olduğunu anlatmıştım. Bu “Selanik Sığlığı” nın Atatürk’ün İlke ve İnkılaplarında değil, onlara bakan gözlerin ardındaki beyinlerde olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
Bu gün ise Atatürk’e yakıştırdığı diktatörlük suçlaması üzerinde durmak istiyorum. Salı günkü yazımda ifade ettiğim gibi “Atatürk ilke ve inkılapları” temelde Türkiye’nin insan kaynağının eğitim, kültür ve beceri seviyesini yükseltmeyi amaçlıyordu. Bu kalitede vatandaşlara sahip olmayan ülkelerde demokrasinin işlemesinin mümkün olmadığını anlamak için bu günün dünyasında ülkeler yelpazesine bakmak yeterlidir.
Görülecektir ki gerek demokrasi gerekse ekonomik kalkınma ülkelerin eğitim seviyeleri ile bire bir orantılıdır. Bu gün de demokrasimiz istediğmiz seviyede değilse, bu Atatürk devrim ve ilkeleri nedeni ile değildir. Aksine, onun döneminde başlatılmış olan büyük eğitim ve kültür hamlesinin, aynen onun korktuğu gibi, bir takım ilkel ve bağnaz düşüncelerle terkedilip yarı yolda bırakılmasındandır.
Atatürk, insanların sorgusuz sualsiz sürülüp, asıldığı, gazetelerin en ağır biçimde sansürlendiği, burnu büyük padişahlar döneminde haritalardan “burun” sözcüğünün silindiği, ülke padişahının ve başbakanının ülkesini işgal etmiş olan milletler adına kurulmış derneklere (İngiliz Sevenleri Derneği) üye olduğu bir despotizm yönetiminden devr almıştır Türkiye’yi. İki kere ciddi demokrasi deneyimleri yapmış, kurulan partilere bağnazlığın hakim olması nedeni ile başaramamıştır. Ancak bıraktığı Türkiye’de 5 -6 yıl içinde Demokrat Parti teşkilatlanabilmiş ve kısa bir süre sonra da iktidarın seçimle el değiştirdiği ilkel de olsa bir demokrasi kurulmuştur.
Bir de Mustafa Kemal, ve bu gün ağır ve haksız suçlamalarla yıpratılmaya çalışılan silah arkadaşı İsmet İnönü döneminin dünyasına bakınız. İspanya, Portekiz diktatörlük, İtalya ve Almanya’da Faşizm ve Nazizm doğuyor, Rusya’da komünizm hakim ve tüm doğu Avrupa’yı ele geçirmeye gebe. Latin amerika, Uzak doğu ve yakın doğu despot diktatörler ve imparatorlar tarafından yönetiliyor. Kendilerinin demokrasi olduğunu söyleyen batı ülkelerinde ise ya kölelik veya müthiş antidemokratik bir ırk ayırımcılığı hakim. Ya da bu ülkeler işgalleri altındaki sömürgelerinde en ağır insanlık suçlarını işlemekteler.
Emperyalizmin ve bağnazlığın bu karanlık döneminde Mustafa Kemal ve İsmet İnönü yön gösteren birer kutup yıldızı, birer gece güneşi gibi pırıl pırıl parlamaktaydılar. Bu gün kara çalınmak istenenler ebediyete intikal etmiş bu iki büyük insanlık kahramanıdır.