DEĞERLİ okurlarım, ülkemiz 21’inci Yüzyıl’ın 10’uncu yılına, idrak yaşamım içinde gördüğüm en karmaşık sosyal, ekonomik ve siyasi sorunlar sarmalında giriyor:
1- 1994 yılından başlayarak ülkemizi peş peşe “tsunami dalgaları” gibi vuran ekonomik krizlerle 15 kayıp yıl yaşadık... Doğru dürüst yatırım yapmadan, rakam oyunları dışında kişi başına geliri artmadan, gelir dağılımı bozularak... Bu dönemde gerek kamuya, gerekse özel kesime ait yüzlerce yatırım el değiştirdi. Bunlardan küçümsenmeyecek bir bölümü yabancıların eline geçti. Yabancıların kontrolüne geçen şirketlerimiz arasında bankacılık, telekomünikasyon, enerji, petro-kimya gibi en stratejik sektörler var. Bu dönem içinde ülkemizin en büyük holdingleri kendi kontrollerinde olan ortaklıklarını yabancı ortakların kontrolüne bıraktılar, bırakmak zorunda kaldılar. Sanayimizde kapasite kullanımı yüzde 70’e geriledi. Ülkemizin üretken sanayi kapasitesinin yüzde 30’u atıl, işçilerimiz de işsiz kaldı. İlhan Kesici bir aile sadece simit ve çayla beslense aylık masrafının 900 lira, asgari ücretin ise 546 lira olduğunu söylüyor. Buna hükümet cevap veriyor,“Simit Dünyası’ndan fiyat aldım. Aylık hesap 450 lirayı geçmiyor!” Bu cevap 21’inci Yüzyıl’ın 10’uncu yılında ekonomimizin geldiği noktayı yansıtıyor. Benim yüzüm kızarıyor.
2- Sosyal sorunlarımız ne yazık ki ülkemizin bazı aydınlarınca da zorlanarak büyütülüyor. Anadolu’da bin yıldır birlikte yaşamış insanları birbirlerine düşman etmek için elden gelen her şey yapılıyor. Bu kışkırtma hiç şüphesiz ki Türkiyeyi resmen reddetmek için ülkemizin kendilerine sorun çıkaramayacak kadar zayıflayıp bölünmesini isteyen bazı AB politikacıları tarafından destekleniyor. Bizimkiler ise hiç düşünmüyor, “Ülkesindeki azınlıkları isyan eden, günlerce kanlı olaylar yaşayan, ‘Ulusal Azınlıkların Korunması İle İlgili Avrupa Konvansiyonu’ nu imzalamamış bir Fransa acaba bizim Bahailerimize, Alevilerimize, Kürtlerimize, Ermenilerimize, Rumlarımıza neden böylesine ilgi duyar? Bu propagandanın Silahlı Kuvvetlerimizi, Anayasa Mahkememizi, Atatürk ilkelerini, yani ülke birliğini ve gücünü koruyan kurumsal ve kavramsal her şeyi hedef alan “asimetrik psikolojik savaş”ın parçası olduğu görülmüyor!
3- Türkiye’de yargının en üst makamı tarafından terörle iç içe olduğu ciddi, detaylı ve bilimsel bir inceleme ile belirlenip kapatılan DTP’nin, aynı insanlarla yeni bir partiye katılmaları tepkisiz kalıyor. O partide aynı faaliyetleri sürdüreceklerini, aynı suçları işlemeye devam edeceklerini küfürlü hezeyanlarla açıklayan bir grup politikacıdan neredeyse özür dilenecek. AB açıklama yapıyor, “Parti kapatmak Avrupa’da istisnai bir olaydır!” Kimse sormuyor, “Partilerin terör örgütü ile iç içe olduğu kanıtlandığında da parti kapatmak istisnai midir? Yoksa partilerin teröre bulaşması mıdır istisnai olan?”
2010’da Diyojen gibi elimizde mum bir çıkış yolu aramalıyız, değerli okurlarım!
Yeni yılınız kutlu olsun!!!!