GEÇEN iki yazımda IMF’den kurtulmanın Türkiye’nin yararına olacağını, IMF’nin bizim gibi ülkeleri global sıcak paranın oyun sahası haline getirdiğini açıklamıştım.
Üzerinde durulması gereken son noktayı da vurgulayarak bu üçlemeyi bitiriyorum:
Bugünkü soru şu: Sıcak para nasıl bir mekanizma ile ülke ekonomilerini tahrip ediyor ve krizlere neden oluyor?
Kamuoyumuz sıcak paranın çıkarken neden olduğu krizleri az çok öğrendi, ama girerken yaptığı tahribat hala yeterince bilinmiyor ve de önlem alınmıyor!
4 Ekim 2007’de yazdığım bir köşe yazısında herhangi bir ülkeye normal üretim ve ticaretin sağladığının dışında büyük bir döviz girişinin sanayi ve tarımsal üretimi tahrip ettiğini, bu olayın adının da “Hollanda Hastalığı” olduğunu yazmıştım. O tarihteki yazımdan alıntılar yapıyorum:
Hollanda Hastalığı 1970’li yılların ikinci yarısında ünlü ‘The Economist’ dergisinin ortaya attığı bir terim. Hastalık Hollanda’nın 60’lı yıllarda Kuzey Denizi’nde doğal gaz bulmasından sonra ortaya çıkıyor. OPEC krizleri sonucu Hollanda’nın bu zengin yataklardan elde ettiği doğal gaza olan talep yükseltiyor. Artan enerji ihracatı ile Hollanda’ya çok büyük miktarlarda döviz giriyor. ‘Dostlar başına!’ dedirtecek bir durum gibi görünse de, sonuçlar öyle olmuyor.
Hollanda’ya giren bu dövizler, döviz fiyatlarını aşağıya çekiyor. Hollanda Florini aşırı bir biçimde değerleniyor. Hollanda şirketleri ucuz dövizle ülkeye ithal edilen yabancı sanayi ve tarım ürünleri ile rekabet edemez oluyor. Ucuz İthalat artarken yerli üretim ve istihdam küçülüyor. Ucuz ithalat, enflasyonu da ortadan kaldırıyor. Milli gelir artıyor. Sanal bir refah ortamı doğuyor. Ama bu artan milli gelir, işsizlere iş yaratamıyor. Hollanda yaptığı ithalat ile başka ülkelerin sanayini besliyor, o ülkelerde istihdam yaratıyor....
Hollanda Hastalığı’nın teorik temellerini açıklayan Max Corden ile Peter Neary, hastalığın sonucunu ‘de-edüstrializasyon’ ya da ‘de-agrikolizasyon’ yani ülkenin sanayi ve zirai üretimini yitirmesi olarak tanımlıyorlar!
Hollanda’da kendi dövizleri ile oluştuğunda dahi “hastalık” denilen bu durum, ülkemizde borç ve emanet sıcak para ile oluştuğunda bizim Bakanlarımız bunu milletimize senelerce “başarı” diye tanıttı. Böylelikle ülkemizde yaşananın, aslında tanısı konmuş bir “hastalık” olduğunu göremedik.
Ben de 1990’lı yıllardan bu yana defalarca, ülkeye dev finans kuruluşları eliyle gelen dövizlerin “Sermaye Piyasalari İstikrar Fonu” adında bir fonda toplanmasını önermiştim. Önerilerim arasında şunlar vardı: Fonun yönetiminin Merkez Bankası Dahil,Türkiye’nin en büyük bankalarının yönetim kurulu başkanlarından oluşacak bir Yönetim Kuruluna bırakılması; gelen dövizlerin, ithalat finansmanına verilmemesi, döviz olarak yurt dışında değerlendirilmesi; böylece kurları aşağıya çekip TL’yi pahalılaştırmasına izin verilmemesi; herhangi bir panik sonucu büyük finans kuruluşlarının döviz taleplerinin bu fondan satılması; satıştan elde edilen TL’lerin de iyi bir fon yöneticisi gibi iç piyasalara plase edilmesini önermiştim.
Bu suretle İMKB’nin ve bankaların çökmesi önlenir ve krizler de başlamadan bastırılır idi. Ama bu veya benzer bir önlem düşünülmemiş, Türkiye 16 yıldır hiç gereksiz yere krizden krize savrulmuş, milletimiz büyük acılar çekmiş ve çekmektedir değerli okurlarım...