Ali Nail Kubalı

Ali Nail Kubalı

ankubali@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DEĞERLİ okurlarım, başkanlık sistemini anlamadan önce “kuvvetler ayrılığı” prensibini iyi anlamamız gerekir. Devlet üç temel kuvvetten (erkten) oluşur:
1. Yürütme: Başbakan ve bakanlar kurulu devletin gün be gün evrensel hukuk kurallarına ve kanunlara uygun olarak yönetme gücünü, erkini kullanırlar.
2. Yasama: Halk tarafından seçilen temsilciler, parlamento (ülkemizde Türkiye Büyük Millet Meclisi) hükümetlerin, devletin tüm kurumlarının ve halkın uymakla mükellef olduğu yasaları yapma gücünü, erkini, kullanırlar. Yapılan yasaların evrensel hukuk kurallarına uygun olması gerekir.
3. Yargı: Mahkemeler TBMM, başbakan, bakanlar, devlet bürokratları, yargıçlar ve vatandaşların parlamento tarafından evrensel hukuka dayalı olarak çıkarılmış yasalara uygun hareket edip etmediklerini denetler. Yasaları çiğneyenlere de gene yasalarla belirlenmiş cezaları verir.
Tarih içinde hukukçular, devletin yönetim düzenini kurarlarken, ülkelerde bazı despotların, seçilerek gelmiş olsalar da kendilerine aşırı yetkiler veren yasalar çıkartıp, diktatör haline gelmelerini önlemek için önlemler almışlar. İlk önce yargı erkini, yasama ve yürütme erklerinden bağımsız hale getirmişler. Buna da kuvvetler ayrılığı prensibi demişlerdir.
Bunun için yargıçların tayin, terfi, nakil, işten çıkarma gibi gelirlerini ve geleceklerini etkileyecek kararlarını hükümetlerin ve parlamentoların elinden almışlardır. Çoğunlukla yargıçlardan oluşan ve özellikle de hükümetten ve parlamentodan bağımsız çalışacak bir kurula vermişlerdir. Hükümetlerin ve parlamentoların hukuka, anayasaya ve yasalara uygun hareket edip etmediklerini denetlemek ve hukuka, anayasaya ve yasalara aykırı alınan kararları iptal etme yetkisini en önemli görev olarak yargıya vermişlerdir.
Yargı, ne hükümetlerle ne de parlamento ile uyumlu olmak zorundadır. Aksine onların yapacakları kanunsuzluklarla mücadele etmek ve onları engellemekle yükümlüdür. Yargı bu yükümlülüğünü ancak onlardan bağımsız olursa yerine getirebilir.
İşte bu yargı ile parlamento ve hükümetin ayrıştırılması “parlamenter rejimlerdeki” uygulaması ile kuvvetler ayrılığı prensibidir. Bu rejimlerde genelde başbakan ve bakanlar, parlamento tarafından kendi üyeleri içinden seçildiği için terazinin bir kefesinde yargı, öbür kefesinde parlamento ve hükümet vardır. Adı da bu nedenle “parlamenter rejim” dir.
Bazı ülkeler sadece yargı denetimini yeterli görmemiş, yürütme (başbakan ve bakanlar kurulu) ile yasamayı (parlamentoyu) da birbirinden ayırmıştır. Amaç ülkenin silahlı güçlerine (polis, jandarma ve ordu) hükmeden başbakan ve bakanların yargıya ek olarak bir de parlamento tarafından denetlenmesidir. Yani, yürütme erkine sahip olan politikacıların bu gücü kendi lehlerine kullanarak birer despot diktatör haline dönüşmesini önlemektir. İşte bu rejimlerde başbakanı halk seçer ve çoğunlukla da bir cumhurbaşkanına gereksinme kalmaz. Bu nedenle de bu rejimlere “başkanlık rejimi” denir. Parlamenter rejim “beyaz”, başkanlık rejimi “siyah” ise bu iki rejim arasında kalan “gri” tonları vardır ki bunlara da “yarı başkanlık” rejimleri deniyor.
Başkanlık rejimlerinin ihtiyatsız uygulanması, özellikle eğitim seviyeleri düşük ülkelerde kolaylıkla amaçlananın tam tersi bir sonuca dönüşüyor. Ortaya despot başkanlar, “seçilmiş diktatörler” çıkıyor. Örneği, Güney Amerika ülkeleridir. Gelecek yazımda başkanlık rejimlerinin demokratik rejimler olarak kalabilmelerinin şartlarını irdeleyeceğim, değerli okurlarım.