Değerli okurlarım, salı günkü yazımda Prof. Dr. Ahmet İnsel‘in “Kürt Sorununda Şeffaflık Gereği” adlı makalesini irdelemiştim. İnsel, “Kürt siyasal hareketi”nin Öcalan ve PKK’nın “hegemonyası” altında olduğu varsayımından hareketle, “Öcalan ve PKK, Türkiye’de Kürt siyasal hareketleri açısından muhakkak dikkate alınması gereken, aktif ve belirleyici özneler” olduğunu savunmaktaydı.
Bense, salı günkü yazımda, İnsel‘in “hegemonya” olarak tanımladığı bu dayatmanın değişmez bir kabul olarak ele alınarak o dayatmayı tatmin edecek çözümler üretilmesinin hata olacağını savundum. Aslında, Kürt kökenli olan ve olmayan tüm aydınların biraraya gelerek çözmeleri gereken temel sorunun “Kürt sivil siyasetinin bu hegemonyanın dayatmalarından nasıl kurtarılacağının belirlenmesi” olduğunu anlatmaya çalıştım.
İnsel, dikkate alınması gerektiğini söylediği PKK ve Öcalan’ın dayattığı bu siyasal modeli, makalesinde geniş bir biçimde irdeliyor. Modelin teşkilat yapısı, iç içe oturmuş eş merkezli üç kavramda özetleniyor. En iç halka, başı Kandil’de olan, PKK’nın isim değiştirmiş ama gene illegal niteliğini koruyan şehir versiyonu olan KCK.
İkinci halka, Öcalan’ın “Demokratik Toplum Kongresi” dediği, merkezi Diyarbakır’da olan ama içinde Kürt olmayan bazı unsurların da yer alabileceği bir örgüt.
Ve nihayet bunların her ikisini de kapsayan üçüncü halka olan “parti”. Öcalan’ın hayalindeki parti, “Dürüst Alevi kesimleri (dürüst olmayan Alevi kesimlerin kim olduğunu merak ediyorum), feministleri ve çevrecileri” de içine alacak bir partidir. Alevi, çevreci ve feminist unsurlar, Kürt olmayanları da kapsayacağından bu partinin bir “Türkiye Partisi” sayılabilmesini sağlayacağı düşünülmektedir.
Modelin teorik yapısını ise “Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik Vatan” ve “Demokratik Ulus” olarak adlandırılan gene üçlü bir doku oluşturmaktadır. “Demokratik Cumhuriyet” deyimi ile her ikisi de “Halkın Kudreti” anlamına gelen Yunanca’dan ve Arapça’dan dilimize girmiş iki eş enlamlı kelimeyi bir arada kullanarak yapılmak istenen, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik olmadığının vurgulanmasıdır.
Temeli teröre dayanan bir mücadelenin başı, bugün, içinde bol bol demokrasi sözcüğü geçen ama PKK/KCK silahlı terör örgütünü de içeren, mantık yapısı zayıf “üçlemeli” bir siyasi modelle ortaya çıkıyor. Ve sadece Kürt toplumu için değil, Türkiye’nin bütünü için demokrasi istediğini söylüyor!
Aslında bütün bu popülist söylemlerle yapılmak istenen, Alevi, çevreci ve feminstler gibi gerçekten haklı şikayetleri bulunan grupları yanına alacak bir “parti” yapısıyla terör örgütü PKK/KCK’nın etki alanını genişletmek ve ona meşruluk kazandırmaktır.
Öcalan’ın demokrasi özlemi içinde olduğuna inanmak safdillik olur... Bu modele kitleleri ikna etmek mümkün değildir, değerli okurlarım.