Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - İrem Ekin, Ankara doğumlu. ODTÜ’den mezun olduktan sonra elinde 'altın bileziği' olan öğretmenlik diplomasıyla hayata atıldı. Ancak onun gönlü hep sahnede kaldı. Müzik, tiyatro derken şimdi de palyaçoluk eğitimi alıyor. Çünkü kendini en çok anlatırken ve güldürürken 'var' hissediyor.
Küçükken evde herkesi güldürmeye çalışan İrem, zamanla bunun sadece komiklik olsun diye yapmadığını, buna ihtiyacı da olduğunu fark etti. İlk bakışta klasik bir 'şakacı çocuk' hikâyesi gibi dursa da, yıllar içinde bunun sadece komiklik olsun diye değil, aslında bir ihtiyaçtan kaynaklandığını fark etti. Onun için her şey bir tesadüfle başladı. Ankara’da özel bir sahnede çalışırken, yaşadığı kötü bir olayı çok komik bir dille anlatınca, oyuncu bir arkadaşı “Sen stand-up mı yapsan?” diye sordu. Ancak ikisi de nereden başlanması gerektiğini bilmiyordu. Aynı günün akşamında başka bir grupla biraz sohbet ve kahkahadan sonra İrem Ekin'e, “Sen niye stand-up yapmıyorsun?” denince “Bugün aynı şeyi ikinci kez duyuyorum, nerede başlanıyor bu stand-up’a?” dedi ve ertesi gün ilk açık mikrofon deneyimini yaşadı.
NEREDE YAPARSANIZ YAPIN ERKEK EGEMEN BİR SEKTÖR'
İlk sahne şovunu Açık Mikrofon'da yaptı. İrem'in deyimine göre burası bilmeyenler için komedinin er meydanıydı. Dileyen herkesin beş dakika sahneye çıkıp şakalarını denediği bir etkinlik olan açık mikrofonda ilk şakalarını seyirciyle buluşturdu. “Küçükken evde herkesi güldürmeye çalışırdım, klasik yani ama zamanla fark ettim ki sadece komiklik olsun diye değil, gerçekten ihtiyacım varmış buna. Gülmek, güldürmek, bir noktadan sonra hayatta kalma ve hayatla başa çıkma yöntemim haline geldi. Hep sahne sanatlarına ilgim vardı, tiyatro daha ağır basıyordu başta. Uzun süre stand-up’ın bana bu kadar iyi oturacağını fark etmedim. Bir yerden sonra dedim ki 'Ben zaten hep anlatıyorum, derdim var, komiğim de galiba, bu iş tam benlikmiş” diyen İrem bu tutkusunu Güney Kore'ye kadar taşıdı.
Güney Kore’de sahneye çıkma fikrinin nasıl geliştiğini anlatan İrem, “Benim Güney Koreli yakın bir arkadaşım var. Bana sürekli “Keşke Kore’de de sahne alsan, anlamasam da izlesem” diyordu. Bu fikri şu an birlikte çalıştığım 82Berlin Stand-up ekibinin kurucusu Dilara’yla paylaştım, “Hadi yapalım.” dedik. Oraya kadar gitmişken Japonya’yı da ekledik ve bu iki ülkede sahne alma fikri çıktı ortaya. “Neden olmasın?” dedik ve oldu. Zaten göç sebebiyle artık dünyanın her yerine yayıldık ve stand-up’ı, özellikle gurbette yaşayan insanları bir nebze olsun güldürmenin mutluluğu paha biçilemez. Arkadaşımı dünya gözüyle bir kez daha görme, tek başına seyahat isteği, bu ülkelerin görece güvenli yerler olması ve suşi bağımlılığım da etkili oldu” dedi.
İlk gösterisini Ankara’da, o sıra çalıştığı sahnenin tiyatro festivalinde yapan İrem, “Çok heyecanlı ve mutluydum. İlk deneyimim olmasına rağmen çok güzel geçti. Seyircilerin çoğu zaten beni tanıyan insanlardı, ailem de gelmişti. Herkes çok eğlendi o gün. Bende de yeri ayrı o gösterinin” diyerek şunları söyledi:
“Stand-up, dünyanın neresinde yaparsanız yapın erkek egemen bir sektör. Kim olursanız olun, kendi şansınızı kendiniz yaratmanız ve çabalamanız gerekiyor. Hele ki bir kadınsanız bu çaba oranı artıyor haliyle. Tabii bir kadın tarafından yönetilen tek Türkçe stand-up kulübü olan 82Berlin’de çalışmam da çok rahatlattı. Sahnede bir de 'kadın' bulunsun diye çağırıldığım sahnelerin sayısı yurtBdışında azaldı çünkü daha çok kadın komedyen var. İyi ki de var. 82Berlin Stand-up da kadın komedyenlerin ağırlıklı olduğu bir yer. Baskılardan arınınca kadınlar kendilerini çok rahat sahneye atabiliyor.”
'KÜLTÜREL ZEMİN OLMAYINCA ŞAKA DA HAVADA KALIYOR'
"Türkiye çok komik bir memleket bence, çok fazla mizah üretilebilecek şey var" diyen İrem Ekin, “Ağlanacak halimize gülüyoruz” derler ya, biz gülünecek şeylere de ağlanacak şeylere de gülebiliyoruz millet olarak. Bu kesinlikle bir avantaj. Tek dezavantaj, kendinizi özgür bir şekilde ifade etmenin önünde çok fazla engel olması. Yabancı komedyenlerin cesareti bana 'Keşke bizde de olabilse' dedirtiyor. Öte yandan kadın olmak, bende otosansürü ve toplum baskısını tetikliyor. Yavaş yavaş bunu aşmaya çalışsam da zaman alacağı aşikâr. Bugüne kadar komedi kariyerim konusunda cesaretimi kırmak isteyen çok sayıda insanla tanıştım, çalıştım. Erkek olsaydım yaşamayacağımdan emin olduğum ama kanıtlayamayacağım birçok deneyimim oldu. Sonra fark ettim ki mesele ben değilim, kadınların cesaretini kırmak için pusuda bekleyen bayağı kalabalık bir kitle var. İyi ki onları dinlememişim ve kendimce yoluma devam etmişim” ifadelerine yer verdi.
‘İngilizce stand-up yaparken ister istemez daha evrensel düşünmek gerekiyor’ diyen İrem, “Çünkü şaka dediğin şey sadece kelime değil, arka planıyla birlikte geliyor. O kültürel zemin olmayınca şaka da havada kalıyor. O yüzden sadece çeviri yetmiyor, bazen şakayı baştan yazmak gerekiyor. Bu da ayrı bir emek tabii ama keyifli bir meydan okuma. Türkçe sahnede ise daha çok kültürel referanslarla ilerliyorum. Çünkü bizde gündelik hayat, toplumsal dinamikler, aile ilişkileri, hepsi zaten başlı başına malzeme. İnsanlar anlattığım şeylerde kendi hayatlarından bir şey buluyor genelde, bu da çok kıymetli. Ancak işin özü bence şu: Dil, kültür, ülke ne olursa olsun şakanın altında bir duygu varsa, o duygu bir yere dokunuyorsa o zaman evrensel oluyor zaten. Mizahın kalbine temas edebildiysem, sınırlar da anlamını yitiriyor” diye konuştu.
'BAKALIM BİZİ GÜLDÜREBİLECEK Mİ?'
Seyirci kitlesinin özellikle son zamanlarda Türkiye’den göçen insanlardan oluştuğuna dikkat çeken İrem, “Yaş aralığına çok şaşırıyorum ama 18’den 77’ye diyebilirim. Seyirciyle de genelde bağ kurma konusunda zorlandığımı söyleyemem. Sonuçta insan her yerde insan, duygular evrensel. Eğer seyirci sahneye önyargıyla bakmıyorsa ya da 'Bakalım güldürebilecek mi?' diye kollarını kavuşturup gelmediyse, o bağ bir şekilde kuruluyor. Bazen bu hemen oluyor, bazen de biraz zaman alıyor ama ben sahnede sabırla beklemeyi öğrendim. Bir yerde buluşuyoruz mutlaka” dedi.
“Performans kısmı da aslında Türkiye’ye kıyasla daha rahat bile diyebilirim. İnsanlar sahnede bir şey anlatılmasına alışık, dinlemeyi biliyorlar. Ama işin perde arkası kısmı daha meşakkatli. Organizasyon kısmında her ülkenin, hatta her şehrin kendine özgü bir eğlence kültürü var. O kültürün ritmini, seyircinin beklentisini çözmek zaman alabiliyor. Bir şehirde çok iyi işleyen bir şey başka bir şehirde çalışmayabiliyor. Bu da sürekli gözlemde kalmayı ve esnek olmayı gerektiriyor. Günün sonunda, anadil olmayan bir dilde komedi yapmaya çalışıyoruz.” - İrem Ekin
'SAHNEYE ÇIKMAK SOĞUK SUYA ATLAMAK GİBİ'
Özellikle sahneyle ilgili eskiden daha karamsar olduğuna dikkat çeken İrem, “Şimdi dünyanın bambaşka bir yerinde insanları güldürebildiğimi görmek umut veriyor. Nerede olursam olayım, aynı dili konuştuğum insanlarla bir duyguda buluşabilmek çok iyileştirici. Bir de kadın olarak hep korktuğum, tedirgin olduğum şeyler vardı. Bu süre, o korkularla yüzleşmemde, onları biraz daha arkada bırakmamda çok etkili oldu. Hem sahne hem hayat bana başka bir özgürlük alanı açtı diyebilirim” diyerek sözlerini şöyle noktaladı:
“Yurt dışında stand-up yapmayı düşünenler, açık mikrofon varsa bulundukları yerde mutlaka gidip denesinler. Gerisi geliyor zaten. Yoksa da 'Neden burada yok?' diye üzülmek yerine 82Berlin’e yazabilirler. Biz de Münih’te Türkçe açık mikrofon bulamayınca 82Berlin’le birlikte kolları sıvadık, şimdi yavaş yavaş çok güzel bir ekip oluşuyor. Bence önemli olan bir yerden başlamak. 'Doğru anı' beklemek çoğu zaman sonsuza kadar beklemek demek. Sahneye çıkmak biraz soğuk suya atlamak gibi, ilk başta ürkütüyor ama yüzmeye başladıkça alışıyorsun, hatta çıkmak istemiyorsun.”