05.12.2020 - 07:32 | Son Güncellenme:
GONCA KOCABAŞ - MİLLİYET TATİL
Aslında Osmaniye gibi küçük bir yerden önce İstanbul’a sonra da Amerika’ya uzanan bir maceram var. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümünü kazandıktan sonra memleketim Osmaniye’den İstanbul’a yerleştim. Ekonomi’den mezun olduktan sonra, yine Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisansa başlamamın arifesinde de Boğaziçi Üniversitesi’nde değişim öğrencisi olan Amerikalı eşimle tanıştım.
O, Boğaziçi’ndeki bir yıllık eğitimini tamamlayıp Amerika’ya döndükten sonra da hiç kopmadık. Bir gün Türkiye’ye beni ziyarete geldiğinde evlilik teklifi etti ve benim Amerika’ya uzanan maceram bu şekilde başlamış oldu. Kısacası, aşk ne mesafe, ne sınır, ne de millet tanıdı. Eşimle benim için İstanbul’un yeri çok ayrı. Buradaki kariyer hedeflerimizi gerçekleştirdikten sonra, bir gün tekrar İstanbul’a dönebiliriz diye düşünüyoruz.
Evlenmeden önce seyahatlerimi genel olarak ailem ile yapıyordum, ben küçükken her yaz tatilinde Türkiye’nin bir bölgesini gezerdik, ben üniversiteye geçtiğimde de ailemle Avrupa’yı gezmeye başladık.
Bir yaz Avrupa’yı turladık, bir yaz Balkanlar’ı, en son ailemle New York seyahatimizi yaptık ve ardından pandemi patlak verdi. Şu an pandemi olduğu için kalabalıktan, şehirden kaçıp eşimle kendimizi doğaya atıyoruz. Ailemle olan seyahatlerimizde müzeleri gezmekten çok keyif alırdım ama artık eşim James ile milli parkları geziyoruz. Aslında çok da şanslıyız çünkü yasadığımız Washington eyaleti doğal güzellikleri ve milli parkları ile istediğimiz zaman doğaya kaçabilmemiz için harika fırsatlar sunuyor.
Türkiye’deyken çok uluslu kurumsal bir firmada pazarlama ve iş geliştirme uzmanı olarak çalışıyordum. O zamanlar, iş sebebiyle Ege ve Karadeniz’e 2 haftalık seyahatlerim oluyordu ve tabi ki hafta sonlarını bölgeyi gezerek geçiriyordum.
Şu anda çalışmıyorum, yasal çalışma iznim geçen ay geldiği için yeni yeni is görüşmelerine başladım. Esimin şirketi ise tatiller konusunda çok esnek. Çalışanlarına yılda 28 gün tatil hakkı sunuyor. Biz de onun tatil günlerini sık sık değerlendiriyoruz.
Şehrin merkezinde yasadığımız için, şehrin çoğu yerini keşfettim diyebilirim, parklarını, müzelerini, ikonik simgelerini. Ayrıca her hafta Seattle’in meşhur Pike Place marketine gidiyorum. Pike Place 1907’de açılmış bir halk pazarı, içinde antikacılardan kitapçılara, fırınlardan manavlara kadar her şey var. Pazarın balıkçıları ve çiçekçileri ise benim favorilerim. Her hafta gidip o mevsimin çiçeğini alıyorum ve çiçeğim elimde eve yürümek beni çok mutlu ediyor.
Evet, hem Youtube’da hem Instagram’da eğitim, seyahat ve Amerika’da yaşam üzerine PASİFİK MARTISI kullanıcı adıyla içerikler üretiyorum. Richard Bach’ın Martı Jonathan Livingston kitabı benim en sevdiğim kitap, eşime ilk hediyem de bu kitaptı. Pasifik Martısı’ndaki Martı bu kitaptan, Pasifik ise Pasifik Okyanusu kıyısında yaşamamızdan dolayı Pasifik Okyanusu’ndan geliyor.
Takipçilerim Amerikalı biri ile evliliği çok merak ediyor. En çok soruyu yabancı birisiyle evli olmanın ne gibi farklılıkları olduğu konusunda alıyorum. Eşimin Türkçe’yi öğrenmesi ve benimle Türkçe konuşması da bir diğer ilgi çeken unsur oluyor.
Biz en çok Mount Rainier Milli Parkı’nı seviyoruz. Burası aslında aktif ve dünyanın en tehlikeli kabul edilen yanardağlarından birine ev sahipliği yapıyor. Tehlikeli kabul edilmesinin başlıca sebebi ise dağdaki buzullar.
Fakat dağın çevresini görmeniz lazım, hele ‘Paradise’ yani ‘Cennet’ diye isimlendirilmiş bir bölgesi var, özellikle orayı görünce neden böyle bir isim verildiğine şaşırmıyorsunuz.
Biz en çok bu dağa ve dağın çevresine hafta sonu doğa yürüyüşlerine gidiyoruz. Buradaki doğa yürüyüşlerimiz sonrasında tüm haftayı mutlu, stressiz, sanki bulutların üzerindeymişiz gibi geçiriyoruz.
Tarif edilemeyen bir etkisi oluyor bizde. Kış mevsiminde ise bu dağın olduğu bölge çok fazla kar yağışı aldığı için, çevredeki tarlalara gidiyoruz. Ekim, Kasım, Aralık aylarında Amerika’da o kadar çok bayram ve özel gün var ki, Cadılar Bayramı, Şükran Günü, Christmas… Dolayısıyla etkinlikler de paralel olarak çok çeşitli oluyor. Mesela, Cadılar Bayramı’na hazırlık için Ekim ayının her hafta sonu farklı bir kabak tarlasına gittik, inanılmaz güzeldi ve çocuklar gibi eğlendik. Ardından Şükran günü için ziyafet hazırlığı, hindi almak için çiftlikleri ziyaret, yine Christmas’a (Noel) hazırlanmak için çam ağacı tarlarını ziyaret böyle uzar gider.
Dediğim gibi ben bu konu da çok şanslıyım, bana kültürü yaşatan bir eşim var. Yine aynı şekilde Türkiye’deyken ben de elimden geldiğince ona bizim kültürümüzü yaşatıyorum.
Gezilerimizi ben planlıyorum, seyahatlerimizi sosyal medyada da yayınladığım için planlama aşamasında özellikle sosyal medyayı kullanıyorum. Amerikalı gezginleri ve seyahat dergilerini takip ediyorum.
Eşim ise bana Amerikan kültürünü tanıtacak aktiviteleri planlıyor. Aslında sadece gezmiyor, aynı zamanda Amerikalı bir eş ile Amerikan kültürünü de tanıyıp, yaşıyorum.
Amerika çok büyük bir ülke ve tabi ki her ülke gibi hem güzel, hem kötü yanları veya başkalarına zor gelebilecek tarafları da var. Gelmeden önce, gelecekleri bölgeyi, eyaleti ve şehri araştırarak seçmelerini öneririm.
Amerikan rüyasına aldanıp, araştırmadan bir hevesle gelip, burada çok zorlananlar da var. O nedenle, gelmeden önce her şeyi ayarlayıp, dersinize iyi çalışıp ve İngilizcenizi geliştirip gelmeniz hem daha kolay adapte olmanızı hem de problemlerle karşılaşsanız bile daha kolay çözmenizi sağlar.
Hatta ekleyebiliyorsanız, İngilizce ve Türkçe’nizin yanına bir dil daha ekleyin. Ben Viyana Üniversitesi’nde Erasmus bursu ile bir dönem değişim öğrencisi olarak bulunmuştum. Buradaki eğitimim bana Almancamı geliştirme imkanı verdi. Örneğin şu an Almanca bildiğimi vurgulayarak, Amerika’daki Almanca isteyen pozisyonlara da başvurabiliyorum. Farklı diller bilmek dünyanın neresine giderseniz gidin avantaj, bildiğiniz her dil önünüze yeni bir kapı açıyor.