Esad’ın devrilmesinin ardından muhalif hareketin arkasındaki güç, “düğmeye kim bastı” ve “kim kazandı” tartışmalarındaki öngörüler malum... “ABD ve İsrail operasyonu, onlar en büyük kazanan” diyenler de var, Türkiye’nin ağırlığı ve etkinliğinin daha baskın olduğunu söyleyenler de... Hatta bu bağlamda Türkiye’nin HTŞ’yi desteklediği şeklinde manipüle edici iddialar da söz konusu... Bunun doğru olmadığını da AKP sözcüsü Ömer Çelik, şu sözlerle çok net dile getirdi:
“Bizim bütün inisiyatifimiz Suriye’de kan dökülmesinin önlenmesi için oldu. Bunun arkasında Türkiye var demek meseleleri okuyamamak demektir.”
Dolayısıyla Suriye’deki son gelişmeleri “Türkiye olmasaydı ne olurdu” sorusu üzerinden tartışmak, değerlendirmek daha gerçekçi... Hem merak edilen doğru cevabı bulmak hem de esip, gürleyen, atıp tutan ülkeler açısından alınması gereken dersleri de bilip, görmek anlamında...
***
Böyle bakıldığında da düğmeye kimin bastığı, Türkiye vardır, yoktur sorgulamaları, tartışmalarındaki bilinmezliklerin aksine bilinmesi hiç de zor olmayan realite şu:
Eğer bu hareket gerçekleştiyse Türkiye sayesinde oldu... Çünkü Türkiye olmasaydı, İdlib diye muhaliflerin bir toplanma alanı, yer de kalmayacaktı. Malum 2016’da rejim güçleri, İran milisleri, Rus hava gücü, paralı askerleri Wagner dahil hepsi birden muhaliflerin kontrolündeki Halep’e saldırdılar... Şehri ele geçirdiklerinde de büyük katliam, kıyım yaptılar. Buradaki muhalifler, siviller de kaçıp İdlib’e sığındılar… Daha güneyden, başka yerlerden sürülenlerle birlikte 3 milyon civarında insan, kadın, çoluk çocuk İdlib’de sıkıştırıldı. Dolayısıyla Esad rejimi ve destekçilerinin yeni hedefi de orasıydı. Ama 2016’dan 2024’e kadar 8 yıl Türkiye o insanlara kol kanat gerdi. Astana sürecindeki diplomatik hamlelerle “Burası çatışmasızlık bölgesi” diye masada koruma sağladı. Ama verilen, sözlere mutabakata rağmen saldırılar devam etti. 2020’de de Rusya ve İran’ın desteğiyle rejim güçleri Astana kararları uyarınca Türkiye’nin yetki alanındaki muhaliflerin hepsini yok etmeye dönük bir katliam denemesi yaptı. Şuursuzca Türk askerinin olduğu bölgeleri de bombaladı, şehitler verdik. Hemen ardından da Türkiye gerçekleştirdiği Bahar Kalkanı Harekatı’yla çok sert oynadı. 3 binin üzerinde rejim askeri ve milis gücünü etkisiz hale getirdi, yüzlerce tank ve zırhlı aracı, hava savunma sistemlerini vurarak imha etti... O günden sonra da bir daha böyle bir şeye yeltenemediler zaten…
Ayrıca Türkiye bugüne kadar İdlib’de sıkışan insanlara barınma, sağlık, içecek, yiyecek anlamında da sahip çıktı, yardımcı oldu. Bütün insani yardımları koordine etti. Esad’ın zulmünden kaçıp yerinden olan 3 milyon insana İdlib’de yaşayabilecekleri güvenli bir bölge sağladı. Onlar da can korkusu olmaksızın orada yaşama tutunabildiler...
***
Yani Türkiye olmasaydı, bugün belki de o muhalifler olmayacaktı, Esad rejimi de devam ediyor olabilirdi...
Bunlar da neyin ne olduğunu anlamak için yeterli zaten… Nitekim, 20 Ocak’ta ABD başkanlık görevini devralacak Trump, Suriye’de anahtar ülkenin Türkiye olduğunu belirterek ne dedi? “Türkiye büyük bir güç ve Erdoğan benim çok iyi anlaştığım biri. Türkiye’nin çok güçlü bir ordusu var...” Evet Trump’a bakışta temkinli olmak gerekiyor, hatta bu sözlerinden hareketle yine Türkiye’nin hayrına olmayacak, özellikle de terör örgütü PKK/YPG konusunda olumsuz tavır sergileyeceğine dönük iddialar da var. Ama yine geriye dönüp bakıldığında Trump’un ilk döneminde 2019’da TSK’nın Barış Pınarı Harekatı’nı engellemek adına Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderdiği küstah ve PKK-YPG’lı teröristbaşı için “General Mazlum sizinle müzakere etmek istiyor” gibisinden aşağılık ifadeler içeren mektubunun yırtılıp çöpe atıldığı ve aynı gün saat 16.00’da da harekat başlatılarak verilen yanıt da hafızalarda...
Kimin ne dediği değil, Türkiye’nin ne yaptığı aslolan, kısacası...