Maçın başları... Türkiye, Karadağ’a karşı etkili oynuyor, zaten skor tabelası da 2-0 lehimize.
Ve futbol işte... Maçta 40’ıncı dakika. Top rakibe geçmiş iken, orta sahanın hemen gerisinde milli futbolcumuz Kenan Karaman kafasını öne eğmiş kramponunun çözülen bağını bağlamakla meşgul. Ve gol... 2-0 öndeyken yediğimiz gol öncesi kadraja takılan işte bu kare; maçın 2-2’lik skorla bitmesinin ardından akıllara kazınıyor.
A Milli Futbol Takımı’nın 2022 Dünya Kupası elemelerinde yaptığı bu kötü başlangıç sonrası Şenol Güneş’i hocalıktan gönderenler mi dersiniz, başta Kenan Karaman olmak üzere futbolcuların üzerine yüklenenler mi...Ortalık yangın yeri. “Maç bitti, tartışmalar bitmedi” derler ya, işte o biçim.
Atatürk’ün tavsiyesi
Bir futbol maçında alınan bir beraberlik, bir yenilgi ya da bir galibiyet nasıl oluyor da milyonları böyle etkisi altına alabiliyor?
Futbol elbette keyifli, önemli, gelir getirici olabilir fakat başta ekonomik zorluklar ve dünya medeniyetleri seviyesine gelinmesi olmak üzere ülkemizin kafa yorması gereken birçok konu var. Üstelik futbolda sürdürülebilir bir başarı da yok.
Peki bu konu nasıl gündemin hep ilk sıralarında kendisine yer bulabiliyor?
Sahada bağlanılamayan bir bağcık, kaçırılan bir kafa golü, yuhalanan hakemler, tribünler ve ekran başından yağan küfürler; nasıl oluyor da bir anda hayati birçok olayın önüne geçebiliyor?
Acaba eğitimdeki kalitesizliğin kitleleri peşinden sürükleyen futbol ile bir ilgisi var mı?
“Böyle geldi, böyle gider” diyerek; mevcut başarısızlıklarla yola devam etmek yerine, futbolda başarıya ulaşmanın bir çaresi yok mu?
Hadi çaresini bulduk; sadece futbolda elde edilen bir başarı, Türkiye’nin her alanda modern ülkeler seviyesinde kendisine yer bulmasını sağlayabilecek mi?
Sorular çok, yanıtlar belirsiz...
Doğru yanıtlara kapıyı aralamak için sizleri biraz geçmişe götürmek istiyorum.
Biliyoruz ki, geçmiş ile ilgili bilgiler bir yandan günümüzü anlamamıza diğer taraftan da geleceği belirleyecek olan önemli kararlar almamıza yardım edebilir.
Günümüzden yaklaşık 100 yıl önce yazılan bir kitap bu konuda yol gösterici olabilir.
Kitap Cumhuriyet’in kuruluş döneminde yazılmış. Okuduklarından oldukça etkilenen Atatürk, kitabın tüm kurumlara dağıtımının yapılmasının ister. Bu sebeple eser bizler için kritik önemde.
İngiltere hayranlığı...
1923 yılında Rus yazar Grigory Petrov (1866-1925) imzasıyla yayımlanan “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”, bir bataklıklar ülkesi olan Rus egemenliğindeki Finlandiya’nın nasıl özgür ve başarılı bir beyaz zambaklar ülkesine dönüştüğünü anlatıyor.
Kitapta “futbol” başlığıyla yer alan bölümde ise oldukça çarpıcı ifadeler var.
Şöyle ki;
Napoleon Fransız tahtına çıktığından beri Avrupa’daki savaşlar hiç bitmedi. Napoleon kelimenin tam anlamıyla tüm Avrupa ülkeleriyle savaştı ancak esasen güçlü İngiltere’yi yenmek istedi. Ancak İngiltere de Napoleon’u devirmeye çalışıyordu. Napoleon da Rusya’yı savaşla tehdit ediyordu.
Ve savaş başladı. Napoleon Rusya’ya karşı yirmi halkın gücünü topladı, Moskova’ya ulaştı ama burada kaybetti. Yorgun olarak Fransa’ya döndü. Gücünü ve ihtişamını geri kazanmaya çalıştı ancak İngilizler tüm Avrupa’yı Napoleon’a karşı ayaklandırmıştı ve sonunda onu ezdiler. Yakalandı ve Sainte-Helena Adası’na sürgün edildi.
Napoleon’un savaşlarından yorulan Avrupa ülkeleri İngiltere’nin onu sıkıştırmasından memnundu. İngiltere’nin tükenmez enerjisi karşısında saygıyla eğildiler. İngiltere’ye hayranlık duyuyor, İngilizlere benzemeye çalışıyorlardı artık. İngilizlere has her şey moda oldu.
Ancak “küçük çocuklar” ve “olgunlaşmamış erkekler”de görüldüğü üzere yetişkinleri taklit etme arzuları onların eksiklikleri, hatta kötü alışkanlıklarıyla başlar. Sigara, ağır içkiler, yüksek sesle konuşmak ve saldırganlık gibi... Gelişmemiş, kültürel ve zihinsel olarak olgunlaşmamış halklar da hep böyledir. Onlar da İngilizlerin dış görünüşünü, genellikle komik ve hatta hastalıklı taraflarını alırlar. Onların kötü taraflarının, kötü kopyaları gibidir.
Daha yaşlı, varlıklı insanlar İngilizler gibi at yarışlarına büyük miktarlarda para harcıyorlardı. Soda ile İngiliz viskisi içiyor, İngiliz kıyafetleri giyiyor, saç sakal traşlarını da “İngiliz usulü” yapıyorlardı.
Gençler İngiliz sporlarına ve İngiliz sporlarının en kabası olan futbola ilgi duyuyorlardı.
Dünyanın dört bir yanından insanlar futbolu bir kült haline getirdi. Hatta kendilerini kaybederek futbolu bilime, sanata dönüştürdüler.
Finlandiya da o tarihlerde aynı durumdaydı. Fin gençliği ciddi zihinsel çalışmaya alışık değildi. Sağlıklı ve ruhen tembel genç adamlar futbolla ilgilenmeye başladı. Finladiya’da şehirler, köyler tüm gençlik bir anda salgına yakalanmıştı sanki. Futbol salgını bütün bir neslin, kalplerin hakimi oldu. Sağlıklı “manda bacaklar” zamanın ideolojik bayrağı haline geldi.
Finlandiya’da Snellman (Ülkenin kurtarıcısı olarak bilinen Fin filozof) ve arkadaşları, gençlerin güçlü beyinler yerine güçlü bacakları tercih etmelerini bir türlü kabullenemedi.
Ülkede kültür emekçisi yoktu. Halkın zihni uykudayken cehalet artıyor, kabalık ve yoksulluk büyüyor; devlet gittikçe zayıflıyor, ahlaki, zihinsel ve ekonomik iflasa doğru gidiyordu.
Ve buna karşı savaşmak gerekiyordu.
Futbolcuların büyük bir kutlaması vardı.
Snellman geniş katılımlı bu resmi toplantıda şunları söyleyecekti: “Fin gençlerinin sporla meşgul olmasından memnunum. Makul seviyede, çeşitli egsersizlerin büyük bir eğitim değeri var... Her şeyin ölçülü, zamanında ve yerinde olması önemlidir. Ben ve arkadaşlarım Finlerin “güçlü bacakları” ve “zayıf beyinleri” olsun istemiyoruz. Altı manda bacaklarına, üstte koyun başına, boş bir kafatasına sahip olmamalıyız. Böyle bir kafa bize uymaz. Küçük halkımızın gelecekteki büyüklüğü için hayallerimizi karşılamıyor. Finlandiya’da futbolun başarısından heyecan duyuyorsunuz, sevince boğuluyorsunuz. Fin gençler; Macarları, Almanları, Fransızları, İngilizleri yenmenizi ve bunu sadece bacaklarınızla değil kafanızla, kalbinizle, iradenizle başarmanızı isterim. Bilim, sanat, ticaret, sanayi... Bu büyük savaşta sadece futbolcunun kaslı kollarına güvenerek uzağa gidemeyeceksiniz. Kafayla bir topa vurmak için sert bir kafatası gereklidir, ancak malumunuz en sert kafatası koyunlardadır. Koyun kafasını Fin gençliği adına gurur duyabilecek bir şey olarak görmüyorum. Fin gençliği, göreviniz topu ayakla daha yukarı ve daha uzağa göndermek değil, halkımızın onurunu yükseltmektir. Ülkemizin refahını, her açıdan gelişimini hızlandırmaktır.”
Gençlerin eğitimi
Snellman ve arkadaşları Finlandiya’nın geleceğe dair tüm umutlarını gençlerin iyi yetiştirilmesine bağlıyordu.
Günümüzde okuryazarlık oranı yüzde 100’e varan, 42 bin euro’yu aşan kişi başına düşen milli geliriyle, eğitim ve öğretim sistemiyle, halkının mutluluğuyla diğer pek çok ülkeye örnek olan Finlandiya’nın kuruluş hikayesi “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı eserden Türkiye olarak çıkaracağımız çok ders ve ilham var. Bunların en önemlileri genç nesillerin eğitimi ve merhum Sakıp Sabancı’nın söylemi de olan bir söz: “Çalışmak, çalışmak, çalışmak.”
Kenan Karaman’ın çözülen bağcığı yüzünden geldiğine inanılan mağlubiyete kafa yormak yerine, uzun zaman önce kurulan ve gerçeğe dönüşen Finlandiya hayalini ülkemizde gerçekleştirmeyi düşünmenin vakti geldi de, çoktan geçiyor bile.