Para politikası, ekonominin yavaşladığı zamanlarda para arzını artırarak talebi canlandırmak, ekonominin fazla ısındığı zamanlarda da para arzını kısmak suretiyle talebi dizginlemek esasına dayanır. Peki, bu değirmenin suyu nereden gelir? Yani merkez bankası istediği zaman artırıp istediği zaman azalttığı parayı nereden bulur? Merkez bankası para basma otoritesine sahiptir. Yani istediği kadar parayı basmasına kimse karışamaz. Önemli olan, parayı basarken ekonominin büyüme hızını doğru tespit edip ne enflasyon yaratacak kadar fazla ne de deflasyon yaratacak kadar az miktarlara gitmemek.
Normal şartlar altında merkez bankası rutin açık piyasa işlemleri çerçevesinde piyasadan satın aldığı bono ve tahvillerin bedeli kadar para basarak para arzını artırır. Bu şekilde tespit edilen kısa vadeli faiz bir sonraki adımda uzun vadeli faizleri ve dolayısıyla kredi ve harcamaları etkiler. Miktarsal genişleme (QE) için de temel prensip aynıdır. Ancak satın alınan meblağlar çok büyüktür. Amaç, büyük miktarlarda bono ve tahvil satın alarak kısa vadeli faizi es geçip direkt uzun vadeli faiz fiyatlarını etkilemektir.
Kriz öncesi dönemde merkez bankaları kısa vadeli faizleri hedefleyen geleneksel para politikası uyguladılar. Kriz döneminde gelişmiş ülkelerde politika faizleri sıfır alt sınırına gelince geleneksel politikalar işlemez olduğu için QE politikaları ile para arzı çok büyük miktarlarda artırılarak uzun vadeli faizlerin indirilmesi sağlandı. Avrupa Merkez Bankası (ECB) bununla da yetinmeyip negatif faiz uygulamasına başladı. Yani bankaların kendisinde tuttukları mevduatlara negatif faiz uygulayarak onları kredi vermeye ve parayı merkez bankasında tutmamaya teşvik etti.
Son çare
Gerek geleneksel uygulama gerekse QE’de oluşabilecek olan bir sorun şu: Bu politikalarda para arzının piyasaya yayılması bankalar aracılığıyla oluyor. Merkez bankasının satın aldığı bono ve tahvil için yaptığı ödeme bankalara rezerv olarak giriyor. Bir sonraki aşamada bankanın bu rezervi kredi olarak ekonomiye kanalize etmesi bekleniyor. Peki ya kredi arzı istenildiği hızda artmazsa? Ekonomideki durgunluk devam eder, deflasyon riski artarsa? Örnek: Japonya.
İşte bu noktada yeni bir çare olarak düşünülen metotlardan biri, “helikopter para”. Helikopter para terimi iktisatta “havadan gelen para” anlamında kullanılıyor. Amaç, bankaların para arzını yaymadaki köprü rolünü ortadan kaldırıp parayı direkt ekonomiye sokabilmek. Peki, ne şekilde? Bunun en kolay yolu, merkez bankasının bastığı paranın devlet harcamalarında kullanılması. Bu şekilde, ekonomideki para arzını direkt artırdığınız gibi, parayı da talebi finanse etmek için kullandığınız için ekonomiyi canlandırma şansınız var. Madem bu kadar kolaydı, neden bu zamana kadar uygulanmadı da diyebilirsiniz. Bir kere merkez bankası bağımsızlığı ciddi olarak tehlikeye giriyor. İkinci olarak deflasyondan kurtulmak amacıyla izlenecek bu yöntemde dozu kaçırıp macerayı yüksek enflasyonla sonlandırmak da mümkün.