Çarşamba akşamı açıklanan ABD Merkez Bankası’nın (Fed) haziran toplantısına ait tutanaklar, Fed içindeki görüş ayrılıklarını gözler önüne serdi.
Her ne kadar haziran toplantısında faizlerin artırılmaması ve özellikle de Brexit referandumu sonuçlarının beklenmesi konusunda Fed üyleri (haklı olarak) hemfikir olsa da, önümüzdeki döneme ait ekonominin gidişatı hakkında görüş ayrılıkları var. Bir grup Fed üyesi ikinci faiz artırımı konusunda çok beklenmemesi gerektiğini, bu durumun hem finansal istikrar hem de istihdam ve enflasyon hedeflerinin aşılması konusunda tehdit oluşturacağını söylüyor.
Diğer üyleer ise ekonominin henüz ikinci bir faiz artırımı gerektirecek kadar “ısınmadığı” ve vaktinden erken gelecek bir faiz artırımının bir durgunluk yaratabileceği görüşündeler.
Dünyanın geri kalanı
Para politikasında en önemli zorluk ekonominin gidişatı ile ilgili yerinde teşhis yapabilmek. Bunu hep söylüyorum. Ancak Fed’i bekleyen diğer zorluk dünyanın geri kalanından bağımsız para politikası yürütemeyecek olması. Neden mi?
Diyelim ki Fed ikinci bir faiz artırımı için uygun zamanın geldiğine karar verdi ve faiz artırdı. Normal şartlarda faiz artırımı ekonomiyi yavaşlatır, enflasyonu düşürür ve olası varlık balonlarının havasını alır.
Ancak bir süredir para politikasının “kitaptaki gibi” işlemediğini görüyoruz. Bunun ilk belirtileri krizden hemen önceki dönemde yaşandı. Fed politika faizini artırdığı halde uzun vadeli faizlerin yükselmediği gözlendi. Önce şaşkınlıkla karşılanan bu durum daha sonra Çin’deki tasarruf fazlasının ABD tahvillerine olan talebi yüksek tutması ile açıklandı. Uzun vadeli faizlerin yükselememesi ve emlak piyasasının soğutulamaması ucu finansal krize kadar giden bir zincirin ilk halkalarından sayıldı.
Durumu idare eder
Kriz sonrası dönemde ise para politikası uygulamak daha da zorlaştı. Çünkü artık hesapları sadece tasarruf fazlası olan Çin bozmuyor. Çin’in tasarruflarına ilave olarak kriz döneminde pompalanan emsali görülmemiş miktardaki likiditenin nereye gideceği de dikkatle izlenmek zorunda.
Buna bir de Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Japonya tarafından uygulanan negatif faiz politikalarını ekleyin. Dünyanın geri kalanında faizlerin negatif olduğu bir ortamda ABD tarafından gelecek en ufak bir faiz artırımı faize aç global sermayenin ABD’ye akmasına sebep olabilir.
Bu durum ise Fed’in isteğinin tersine ABD uzun vadeli faizlerinin düşmesine sebep olur. Yani sıkı para politikası niyetiyle başlayan macera geri tepip düşük faizle sonuçlanabilir.
Bir taraftan da dolar endeksindeki yükseliş ithalat fiyatlarını düşürerek enflasyonu daha da aşağı çekebilir. İşte bu şartlarda Fed atacağı adımları bir kere değil, iki kere düşünüp dünyanın geri kalanında işler biraz daha rayına oturana kadar durumu idare etmeyi tercih edebilir.