Selva Demiralp

Selva Demiralp

sdemiralp@ku.edu.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Merkez’in dünkü toplantıda faizleri sabit bırakması kanımca doğru bir karardı. Önümüzdeki aylar piyasaların ABD Merkez Bankası Fed’den gelecek faiz artırım takvimine odaklandığı bir süreç olacak. Bu süreçte içeride de faiz artırımları kaçınılmaz olabilir. Bu şartlar altında bekleyişe geçmek akıllı bir adım. Merkez’in hafta içinde açıkladığı bir diğer kararı yorumlamak ise biraz daha zor.
Merkez salı günü bankaların tuttukları zorunlu karşılıklara (ZK) faiz ödenmesi uygulamasını yeniden başlattı. Standart uygulamalarda ZK’ya ödeme yapıldığı zaman bu ödeme basit bir yüzdeyle dile getirilir. Mesela, ECB’nin ZK’ya ödediği faiz oranı yüzde 0.05. Fed’in ZK’ya ödediği faiz oranı yüzde 0.25. Yani her 100 TL’lik mevduat için ECB uygulaması 5 kuruş, Fed uygulaması ise 25 kuruş faiz ödüyor diyebiliriz. 2010 öncesi dönemde bizdeki uygulama da benzer şekildeydi.
2015 yılından itibaren geçerli olacak uygulamada ZK’ya ödenecek faiz oranı karmaşık bir formüle göre belirlenecek. Söz konusu formüle göre mevduat ve sermaye toplamı kredilerine oranla daha yüksek olan bankalar daha yüksek bir faiz ödemesi alacaklar. Politika faizindeki artışlar ortalama fonlama faizini yükseltmek suretiyle ZK ödemelerini artıracak.

Akla iki sonuç geliyor
Merkez’in bu karmaşık formülünden hedeflenebilecek iki sonuç akla geliyor:
1) Banka mevduatlarını krediler ile karşılaştırdığımızda mevduatı yüksek, kredisi düşük olan bankalar teşvik edilecek. Yani bankaların mevduatları artırmak için daha çok mevduat faizi vermelerini destekleyecek olan bu uygulamanın bir taraftan da krediler üzerinde dizginleyici bir etkisi olması beklenebilir. Amaç mevduatlar kanalı ile tasarrufları teşvik ederken kredileri kısarak tüketimi azaltmak olabilir. Ancak böyle bir durumda bankanın finansal aracılık işlevinin azalması ve elindeki fonları bono ve tahvile yatırması gibi ideal olmayan bir sonuç doğabilir. Özellikle ticari kredilerde bir kısıtlamaya gidilmesi talepte istenmeyen bir daralma yaratabilir.
2) Fed’in faiz artırımı beklentileriyle global risk iştahının azaldığı bir ortamda döviz likiditesine ihtiyaç var. Merkez’in daha önceden geliştirmiş olduğu Rezerve Opsiyon Mekanizması (ROM) bankalara dövizin bol olduğu dönemde zorunlu karşılıkları döviz ya da altın olarak tutma imkânı tanırken dövizin azaldığı dönemlerde de TL’ye geçerek piyasaya döviz akışı sağlamayı ümit ediyordu. Ancak son dönemde döviz girişinde yaşanan azalmaya rağmen bankaların döviz olarak tuttukları zorunlu karşılıkları azaltmak istememeleri ROM’un etkinliğiyle ilgili soru işaretleri doğurdu.

‘Zorunlu’ faiz adımı
ZK faiz adımının ardından TCMB’nin web sayfasında yayımlanan Çalışma Tebliği’nde (Aslaner vd., 2014) tam da bu soruya cevap aranmış. Bu çalışmaya göre sermaye çıkışlarının yüksek olduğu dönemlerde para politikasının kuru kontrol etmek amacıyla faiz artırımlarına gitmesi TL maliyetlerini artırıyor. Bu durum ise dövizin maliyetini göreceli olarak azalttığı için bankaların döviz olarak tuttukları zorunlu karşılıkları bırakıp TL’ye geçmelerine engel oluyor.
İşte son kararı bu açıdan değerlendirdiğimizde Merkez’in TL olarak tutulan ZK’ya faiz ödeyerek bankaların döviz olarak tutulan zorunlu karşılıkları piyasaya sürmelerini teşvik etmeye çalıştığını ve bu şekilde ROM’da tespit edilen bir aksamayı düzeltmeye uğraştığını söyleyebiliriz.