Türkiye’nin kabarık dış politika gündemine şimdi bir de Libya krizi ekleniyor.
Ankara önümüzdeki günlerde ve haftalarda bu yeni cephede de mücadele vermek durumunda.
Hukuki ve diplomatik alanda bu mücadele, özellikle uluslararası platformlarda başladı bile. Şimdi olası bir askeri cepheden de söz ediliyor.
Libya’yı birdenbire bu şekilde gündeme getiren olay, Türkiye’nin bu ülkeyle, Doğu Akdeniz bölgesinde, deniz alanlarının sınırlarını belirleyen bir anlaşma imzalamasıdır. Bu geçen günkü yazımda da belirttiğim gibi, bölgedeki jeostratejik dengeleri değiştirecek bir gelişme. Buna karşı çıkan bölgesel ve küresel güçler, karşı bir hamle için adeta seferber oldular. Yunanistan’ın önayak olduğu bu kampanya, hukuk cephesinde Lahey Adalet Divanı’nda, siyasi cephede AB’den BM’ye kadar çeşitli uluslararası platformlarda yürütülüyor. Bu vesileyle Libya meselesinde zaten bir süreden beri mevcut olan gruplaşmalar veya diğer bir deyişle cepheleşme olayı daha belirgin şekilde gözlerin önüne seriliyor.
Böyle bir ortamda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme olasılığından söz etmesi, krizin bir de askeri cephesinin oluşabileceğinin işaretini veriyor...
Kim kimden yana...
Aslında Cumhurbaşkanı’nın da vurguladığı gibi, Libya’ya Türk askeri, Libya yönetiminin bir daveti veya çağrısı üzerine gönderilecek. Şimdilik böyle bir durum yok. Ama Türkiye son imzaladığı güvenlik ve askeri iş birliği anlaşmasına da dayanarak böyle bir söz vermek ihtiyacını duymuş görünüyor.
Bunun amacı, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni ve lideri Fayez El Sarraj’ı korumaktır. Deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin anlaşmanın yürürlükte kalması, önemli ölçüde, El Sarraj rejiminin iktidarda kalmasına bağlı...
İşte bu nokta, bizi Libya’nın karmaşık iç durumunun nasıl gelişeceği sorusuna götürüyor.
Muammer Kaddafi’nin 2011’de devrilip öldürülmesinden sonra Libya bir kaosa sürüklenmiş, başkent Trablus’ta Müslüman Kardeşler hareketine mensup El Sarraj yönetimi iktidarı ele geçirirken, Tobruk kentinde ABD yanlısı General Halife Hafter de Ulusal Ordu’nun desteğiyle rakip bir yönetim kurmuştu. Böylece ülke bir iç savaşa sürüklenmiş, El Sarraj Libya topraklarının sadece yüzde 6’sına hakim olduğu halde, BM tarafından “meşru hükümet” olarak tanınmıştır. İç savaşın sona erdirilmesi için çabalar boşa giderken, Tobruk’taki rakip Hafter yönetimi, ABD, Rusya, Fransa, Mısır ve Arap Emirlikleri gibi ülkelerden siyasi ve askeri destek görmüştür.
Ankara’nın tercihi
Türk hükümeti daha baştan Libya içindeki bu ihtilafta, El Sarraj rejiminin yanında yer almayı uygun görmüştür. Nitekim Türkiye son zamanlarda El Sarraj’a çeşitli tipten silahlar göndermiş, eğitim ve istihbarat alanında da ona yardımcı olmuştur. Bu da tabii, Türkiye’nin Libya ile yasal zeminde deniz alanı konusunda anlaşmasını kolaylaştırmıştır.
Ne var ki bu anlaşma sonrasında El Sarraj rejiminin durumunun nasıl gelişeceği büyük bir soru işareti. Bunda önemli bir etken de, Libya’da dış güçlerin de rol oynadığı “vekâlet savaşı”nın nasıl bir yön alacağı, Libya’da iç barışın ve istikrarın sağlanıp sağlanamayacağıdır. Şimdiki gergin havada bu ne yazık ki pek olası görünmüyor...