Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapıldığı 1974’ten bu yana, yıllar boyunca, karşılıklı uzlaşmaya dayalı bir çözüme varılması için, sayıları artık hesaplanamayacak kadar çok görüşme gerçekleşti. Bunca toplantıdan, plandan ve diplomatik girişimden sonra, bu uzun müzakere sürecinden bir arpa yol kat edilmedi. Sorun hep yerinde saydı.
Geçen hafta sonu, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, iki yıla yakın bir zamandır kesik bulunan müzakereleri yeniden başlatmak için bir girişimde bulundu: İki toplumun liderlerini, Mustafa Akıncı ve Nikos Miçotakis’i Berlin’de bir araya getirdi.
Aslında bu buluşmanın amacı, Kıbrıs meselesinin özündeki anlaşmazlıkları müzakere edip ortak bir çözüme ulaşmak değil, böyle bir sonuca nasıl varılabileceğini araştırmaktı. Yani bu, yöntem ve usulle ilgili bir egzersizdi, diğer bir deyişle, “görüşme için görüşme” niteliğindeydi...
Eğer bu kadar spesifik ve sınırlı bir mutabakat sağlanabilseydi, gene de Guterres’in inisiyatifinden somut bir sonuç çıkmış sayılacaktı. Ama Berlin’de saatlerce süren görüşmelerden somut fazla bir sonuç çıkmadı. Gerçi Guterres, bir fırsat penceresinin açıldığından söz etti, ama beklenen “yol haritası” çıkmadı; temasların devam edeceği söylendiği halde bunun bir “takvimi” verilmedi, Guterres’in Türkiye, İngiltere, Yunanistan ve Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarıyla birlikte “beşli Konferans” fikrinin ne zaman gerçekleşeceği de belli değil. KKTC’de Nisan’da yapılacak Başkanlık seçimleri dolayısıyla bunun daha sonraki bir tarihe, yani “başka bir bahara” kalacağı anlaşılıyor...
Temel uyuşmazlık
Kıbrıs meselesini başından itibaren yıllar boyunca yakından izleyenler için, Berlin’deki üçlü toplantıdan bir yol haritasının dahi çıkmaması şaşırtıcı değil.
Tarafların tutumları, talepleri ve şartları belli. Temel pozisyonlarda bir değişiklik yok. Tutum değişikliğine yol açabilecek iç veya dış kaynaklı yeni bir motivasyon da yok.
Bir ara Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının keşfinin iki taraf için de “birleştirici” bir etken oluşturacağı ümit edilmişti (daha önceki yıllarda AB üyeliği için de öyle olacağı sanılmıştı)... Ama öyle olmadı, tam aksine, daha da “ayrıştırıcı” bir faktör oluverdi....
Kıbrıs Rum tarafı tüm adanın egemenlik hakkını kendi hakimiyetinin bir parçası sayıyor..
Yani pratikte iki kesimli, iki toplumlu federal çözüm formülünü kendi anlayışına göre yorumluyor.
Yeni parametreler
Türk tarafı ise, aynı ifadeden farklı bir şey anlıyor ve pratikte, egemenlik alanında da eşitliğe dayalı bir çözüm istiyor. Bu pozisyon son zamanlarda (özellikle KKTC’deki son hükümet değişikliğinden sonra) daha çok açıklık kazandı: Artık “alternatif formüller”den, “iki devlet esasına dayalı çözüm”den söz ediliyor.
Adada ve bölgede meydana gelen son değişiklikler, artık eski parametrelerle de Kıbrıs’ta bir anlaşma sağlanamayacağını gösteriyor.
Evet, ideal olan iki tarafın kabul edebileceği, federal veya konfederal bazda bir çözümün gerçekleşmesidir. Ancak bunun yapısı ve fizibilitesi, eski kavramlarla değil, yeni şartların gerektirdiği parametrelerle belirlenebilir. Aksi halde iyi niyetle de olsa düzenlenen görüşmeler, hep eskisi gibi, laftan ibaret kalır...