Son bir dizi gelişme, Türkiye’nin karşılaştığı dış meselelere yaklaşımında “güç politikası”nın giderek ağırlık kazanmakta olduğunu gösteriyor.
Ankara uluslararası anlaşmazlıkları hukuki ve moral temelde diplomasi ve müzakere yoluyla çözümlenmesinden yana tutumunu korumakla birlikte, mevcut dünya koşulları karşısında “sert güç” ya da daha açık ifadesiyle, “askeri kapasitesi”ni göstermek gereğini duyuyor.
Gönül arzu eder ki uluslararası ihtilaflar konuşup anlaşarak halledilsin, BM gibi kurumlar, hak hukuk prensiplerine uygun kararlar versin ve bunları hayata geçirebilsin. Ama ne yazık ki öyle olmuyor. Kararlar moral değerlere göre değil, maddi çıkarlara göre alınıyor. Hakkaniyet, egemenlik, adalet gibi kavramlar farklı şekilde yorumlanıyor ve istendiği yöne çekiliyor.
Dolayısıyla, uluslararası meselelerde haklı olmak ya da haklılığı söz veya yazıyla savunmak yetmiyor. Gerçek şudur ki güç gösterisine veya kullanımına dayanmadıkça, uluslararası platformda istenen sonucu elde etmek mümkün olmuyor. Ters de görünse, “oldubitti”lerin ve de”çifte standart”ların hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz işte...
***
Bu gerçeklerin ışığında Türk diş politikası son zamanlarda askeri güce dayalı birtakım hamleler gerçekleştirdi.
En son hamle, Kıbrıs’ta İnsansız Hava Araçları (İHA) için bir hava üssünün kurulmasıdır. KKTC’de Geçitkale Havaalanı dünden beri Türkiye’den sevk edilen İHA’lara ev sahipliği yapıyor. Bu sayede Türkiye Doğu Akdeniz’i havadan kontrol edebilecek, Rum tarafının bölgede tek yanlı hakimiyet kurmasını engelleyecek.
Türkiye Kıbrıs açıklarında hak sahibi olduğunu ilan ettiği bölgelerde gaz arama faaliyetini Türk savaş gemilerinin koruması altında sürdürüyor. Rumların yabancı şirketlerle birlikte çalışmasını önlüyor.
Diğer önemli son gelişme, Türkiye’nin Libya ile imzaladığı güvenlik ve askeri iş birliği anlaşmasıyla ilgili. Bu anlaşma muhtemelen yarın Meclis’te onaylanacak ve yürürlüğe konacak. Bu da Türk askeri gücünün Doğu Akdeniz’in o kesiminde kendisini hissettirecek. Diğer anlaşmayla sınırları çizilen deniz alanlarında Türk sismik çalışmaları başlayacak. Bu da tabii Deniz Kuvvetleri’nin koruması altında olacak.
Gene son gelişmelerden biri de, Türkiye’nin Katar’da bir askeri merkez kurması ve güç gösterisini Körfez bölgesinde de gerçekleştirmesidir.
Kuşkusuz Ankara güç politikası bağlamında esas önemli hamlesini Suriye’de peş peşe giriştiği askeri operasyonlarla yapmıştır. Türkiye bu sayede sahada güvenliğiyle ilgili hedeflerine fiilen ulaştığı gibi, Suriye konusunda masada da söz sahibi bir aktör durumuna gelmiştir.
Irak konusunda da benzer bir güç politikası uygulanmış, bir yandan PKK’ya karşı operasyonlar başarıyla yürütülürken, diğer yandan Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulması da önlenmiştir.
***
Bu arada Türkiye bu güç politikasının altyapısını kurma yolunda hızlı bir ilerleme kaydetmiş, yerli savunma sanayisi ihtiyaçlarının yüzde 70’ini karşılayan bir duruma getirilmiştir. Ankara’nın S-400’lere ve F-35’lere verdiği büyük önemin nedeni, işte bu güç politikasının ışığında daha kolay anlaşılabilir.
Bu politikanın olası sonuçlarını önümüzdeki cuma günkü yazımda inceleyeceğiz.