Geçen salı günü, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 70’inci yıl dönümü münasebetiyle başkent Beijing’de (eski adıyla Pekin’de) düzenlenen kutlama törenleri seyredilmeye değerdi.
Çin’in İngilizce yayın yapan küresel televizyon kanalı CGTN’den izlediğim bu törenlerin ilk bölümündeki resmigeçitte ilk kez sergilenen son model balistik füzeler, roketler, tankerler, uçaklar, helikopterler; saatlerce süren ikinci bölümde de ülkenin çeşitli yörelerinden gelen on binlerce gencin o devasa Tiananmen Meydanında düzenlediği danslar, oyunlar ve nihayet gece de gökleri aydınlatan geleneksel Çin havai fişek gösterileri gerçekten çok görkemli ve etkileyiciydi.
Bu tablo, Çin realitesinin son 70 yıl içinde hangi noktaya eriştiğini açıkça gözleri önüne seriyordu.
Nereden nereye...
TV’de bu törenleri izlerken, hafızam beni Çin Halk Cumhuriyeti’ne yaptığım ilk ve daha sonraki seyahatlerime götürdü.
Yıl 1971. Türkiye’nin Çin, o zamanın deyimiyle Komünist Çin’i tanımasından hemen sonra, bu ülkeyi ilk ziyaret eden Türk gazeteci olarak, kendimi çok farklı bir dünyada hissetmiştim. O yıllar Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu Mao Zedong’un her şeyi kökten değiştiren, dogmatik, katı Marksist rejimini ülke çapında hâkim kılmaya çalıştığı dönemdi.
Devrimin çarpıcı özelliklerini daha ilk bakışta görme mümkündü: Kadın erkek herkes Mao kılıklı idi. Evlerden iş yerlerine, tarladan ulaşım araçlarına kadar her şey devletin elindeydi. Çalışma şartları çok sıkıydı, günlük 10-12 saatlik mesainin dışında, Mao’nun öğretileri üzerinde çalışmak, Kırmızı Kitaptaki düşüncelerini ezberlemek zorunluluğu vardı. Kültür Devrimi çerçevesinde geleneksel Çin operalarının güfteleri değiştirilmiş, devrimci temalar işlenmişti. Fertlerin bir kentten diğerine gitmeleri için özel izin almaları gerekiyordu. Genç kızların ve erkeklerin evlenme yaşını Komünist Parti belirlemişti. Evli çiftlerin tek çocuk kuralına uyması da mecburi idi...
Değişim dönemi
Çin bu sistemle o yıllarda, Mao’nun deyişiyle büyük bir “İleri Sıçrayış” gerçekleştirdi: Yıllık en az yüzde 10’luk bir ekonomik büyüme kaydetti. O eski yoksul, dökülen, geri kalmış Çin’in yerine, hızlı toparlanmaya ve kalkınmaya başlayan bir Çin ortaya çıktı.
Ne var ki devrimin o döneminde insanlar çok sıkıntı yaşadı, kalkınmanın ağır bedeli o kuşaklara yüklendi. Devrim, insan, hak ve özgürlüklerine değer vermedi; rejime karşı sayılan milyonlarca kışı sürüldü veya öldürüldü.
Ama Mao’nun 1976’da ölümünden sonra Çin farklı bir değişim dönemine girdi. Mao’yu adeta putlaştıran ideolojik saplantı terk edilirken, rejim yumuşatmaya, esneklik göstermeye başladı. Özellikle 1980’lerde Deng Şiaoping’in liderliğinde ekonomik alanda köklü reformlara gidildi.
O yıllarda Çin dışa açıldı, yabancı sermaye teşvik edildi, içeride özelleştirmeye hız verildi. Ancak tek parti (Komünist) düzeni ve disiplini yürürlükte kaldı.
Devleşme faslı
O dönemde yayımlanan kitabımın başlığı “Değişen Çin”di. Bu değişim çok hızlı bir tempoyla “Devleşen Çin” sonucuna yol açmış durumda. Güçlü ekonomisi, yüksek teknolojisi, askeri kudreti, siyasi etkinliğiyle önemli bir dünya devleti olarak giderek devleşen bir Çin...