Bir pagan tapınağı üzerine kurulan Ayasofya, halkın ibadet edebildiği bugünkü anlamıyla bir kilise değildi. Müze tanımına da uymayan Ayasofya Camii, Sultanahmet gibi Süleymaniye Camii gibi turistler tarafından ziyaret edilebilecektir.
Danıştay 10. Dairesi, uzun zamandır beklenen Ayasofya kararını açıkladı ve camiyi müzeye çeviren 1934 yılına ait Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da burayı ibadethane olarak kullanılması için Diyanet İşleri Başkanlığı’na devretti. Özellikle sosyal medyada bu kararın ardından büyük bir tartışma başladı: “Aman ne güzel müzeydi, AK Parti zaten sanat düşmanıydı…” vs. vs. vs.
Din İşleri Yüksek Kurulu, yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Ayasofya Camii’nde bulunan resimler, burada kılınacak namazların sıhhatine engel değildir. Bununla birlikte Müslümanların namazlarını huşu içerisinde eda etmelerini sağlamak için uygun yöntemler kullanılmak suretiyle namaz vakitlerinde söz konusu resimler perdelenmeli veya karartılmalıdır.” Bu açıklamadan anladığım kadarıyla Ayasofya içinde yer alan mozaiklere karşı hemen bir uygulama yapılmayacak. İlerleyen dönemlerde ise sadece namaz vakitlerinde lazerle kıble yönündeki mozaiklerdeki suretler kapatılacak. Yani bazı arkadaşların endişe ettikleri gibi mozaiklerle ilgili radikal bir uygulama olmayacak. Zaten İstanbul’un 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından fethinden sonra bu mozaiklerle ilgili bir tasarrufta bulunulmamıştı. Mozaiklerin kapatılması 18. yüzyılın ortalarında gerçekleşmişti.
AYASOFYA’NIN ASLI KİLİSE DEĞİL
Tabii ki Ayasofya artık müze değil de cami olduğu için ziyaret esnasında birtakım değişiklikler olacaktır. Cami adabına uygun bir şekilde giyinmek bunların en başında geliyor. Bir ibadethaneye girerken, ister cami ister kilise ister sinagog olsun uyulması gereken birtakım kurallar vardır. Rusya’da bir kiliseye giren kadının başını örtmesi gerekir.
Bir de gene sosyal medyada sıklıkla karşılaştığım “Ayasofya’nın aslı kilisedir” argümanı var ki neresinden yaklaşacağımı dahi bilemiyorum. İlk olarak şunu belirtmem gerek: Ayasofya, bir pagan tapınağının üzerine kurulmuştur. Ayrıca Ayasofya kilise olduğu dönemde de halkın girip ibadet edebileceği bir kilise değildi, bizatihi imparatorun özel mülküydü ve saray erkânı ve halktan çok küçük bir zümrenin kullanabildiği bir mekândı. Yani bugünkü anlamda aklımıza gelen kiliselere hiç benzemiyordu.
MÜZE TANIMINA UYMUYOR
Bir müzede olması gereken birtakım özellikler vardır. Öncelikle müze kelimesinin sözlük anlamına bakalım: “Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için sergilendiği yer veya yapı.” Peki, Ayasofya, müze olarak bu tanıma uyuyor muydu? Ayasofya’da binanın kendisi dışında sergilenen bir eser var mıydı? Hayır! O zaman bu aldatmacanın son bulması son derece yerinde bir karardır diyebiliriz. Ayasofya gibi bir binayı işlevsizleştiren, halktan koparan bu yanlış karardan vazgeçilmiş olması tarihe altın harflerle yazılacaktır.
Ayasofya’nın müze olarak kalması gerektiğini söyleyenlerin büyük çoğunluğu, İstanbul’un özellikle tarihi yarımadanın insanlardan arındırılıp bir müze-şehir olunmasını da isteyeceklerdir.
Son olarak nasıl ki Sultanahmet Camii’ne, Süleymaniye Camii’ne turistler girip ziyaret ediyorsa Ayasofya Camii’ne de turistler aynı şekilde gelip ziyaret edeceklerdir.
Bu muazzam ve tarihi karara katkısı olan herkesten Allah razı olsun. İlk namazın kılınacağı 24 Temmuz tarihi unutulmayacaktır!
Kişisel bir not: Geçen hafta oğlumuz Selim Eren’in dünyaya gelişi dolayısıyla telefonla, maille, sosyal medya yoluyla tebriklerini ileten herkese eşim ve kendim adına teşekkürlerimizi sunarız.