Bu sıradan bir seçim değil, “tarihi bir gün.” Bu seçimin neden sıradan bir seçim olmadığını, bugüne kadar aklımız yettiğince, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Ancak, seçim yasakları nedeniyle bugün Türkiye yerine, yine tarihi bir dönüm noktasında olan Ortadoğu’da olanlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Öfke patlamasından ibaret değil
Son altı aydır, Arap dünyasında yaşananların tümü, Türkiye için hayati önem taşıyordu, son olarak Suriye’de yaşananlar bizi krize daha da yaklaştırdı. Bırakın geniş Ortadoğu coğrafyasını, kapı komşusu ülkeler hakkında fazla fikri olmayan bir ülkede, son gelişmelerin hakkıyla anlaşılması ve anlatılması son derece zor. Tam da bu nedenle, Suriye’de olanları sadece “otoriter bir rejime karşı, toplumun on yıllardır biriken öfkesinin patlaması”ndan ibaret görebiliyoruz. Libya konusu da benzer bir çerçevede görülmüştü, sonuç, iç savaş ve dış müdahale oldu. Şimdilerde, aynı senaryo, Suriye için piyasaya sürülmüş vaziyette. Oysa, bir diktatörlüğe karşı çıkanlar ile dayanışmak hiçbir durumda kirli hesapların tarafı olmakla sonuçlanmamalı.
Otoriter bir rejime karşı durmak, onu alaşağı etmek için beklenmedik siyasi ittifaklar oluşabilir, bunu doğal karşılamak mümkün. Ancak Türkiye kamuoyunun, Suriye’de kime karşı, kimin yanında durulabileceği konusunda hiçbir fikri yok. Öyle olunca, Türkiye’nin Suriye’de yaşananlara daha fazla müdahil olması fikri, anlayıp dinlemeden, askeri müdahale hevesine kadar savrulabiliyor.
Suriye’de, halihazırda, kanlı bir sindirme harekâtına girişmiş rejime karşı, muhalefetin müzakereye yanaşmayan unsurları da, daha fazla kan dökülmesini göze almış vaziyette. Bu arada, muhalefet cephesi içinde, 1982 yılında Hama katliamına maruz kalanlar ile o katliamın baş mimarlarının yan yana yer aldığını hatırlatmakta fayda var. Yani, Suriye tablosu görülüp/gösterildiğinden daha karışık ve karmaşık.
Türkiye’yi bu karışık, bu karanlık tablonun içine çekmek için “insani gerekçeler”i öne çıkarıp, perde arkasını görmezden gelenlerin cevaplaması gereken çok soru var. Ancak, daha önemlisi, kimsenin Türkiye’yi anlayıp dinlemeden kanlı bir tablonun içine sürükleme hakkının olmaması. Daha önce de yazdım, “kimse fikrini bozmasın”, bu ülkede yaşayan insanları sonu belirsiz kanlı serüvenlere sürüklemeye, bunun kışkırtıcılığını yapmaya kimsenin hakkı yok. Bahreyn’de yaşananlara ses çıkarmayan, 15 Mayıs Nakba gününde Lübnan sınırında, daha sonra Golan tepelerindeki gösterilerde Suriye sınırında İsrail askerleri tarafından öldürülenleri sessizce geçiştirenlerin, söz söylemeye yüzlerinin olmaması gerekirken, “ordu Suriye’ye” naraları atmaları tam bir ikiyüzlülük örneği.
Suriye’yi yeniden tanzim çabası
Türkiye’de giderek daha açık ifade edilmeye başlayan, Suriye’ye müdahale hevesinin ardında yatan nedenin, Esad rejimine karşı, yufka yüreklilik ve insan sevgisi olmadığı açık. Bu hevesi kışkırtan, Batı dünyasının Suriye’yi yeniden tanzim etme çabası içinde aktif rol oynamak ve Ortadoğu pastasından pay almak hesabı. Daha kötüsü, Kürt meselesini, Suriye denklemi üzerinden çözme hevesi.
Kürt meselesini ‘dışarıdan çözme’
Aslında, bu yeni bir durum değil, tam tersine, Türkiye’de birileri, Ortadoğu’daki gelişmeleri her fırsatta, Kürt meselesini “dışarıdan çözme” imkânı olarak görüp değerlendirmeye çalışıyor. Kürt çevreleri de dahil olmak üzere, birçoklarınca, hâlâ olumlu gönderme yapılan Özal dönemi politikaları da aslında aynı zihniyetin farklı bir açılımı mahiyetindeydi. Sonuçta bu politikaların başarılı olmaması, Özal politikalarını sorgulanmaktan azade kıldı, dahası hak etmediği bir olumluluk payesi kazandırdı.
Oysa, konu açıktır, Kürt meselesi, Kürtler adına siyasal-toplumsal taleplerde bulunan, bunlar adına mücadele eden tüm taraflar hesaba katılarak, ama daha önemlisi muhatap alınarak çözülebilir. Dışardakiler ile değil, içerdekiler ile konuşmak dışındaki çabalar hem faydasız, hem hakkaniyetsizdir. Dahası, bölgede bazı Kürtleri, diğer bazılarına karşı kırdırma politikasının uğursuz imkânları çoktan tükenmiştir. Bırakın bölgedeki denklemler üzerinden Türkiye’deki Kürt meselesini, “birilerini tasfiye ederek” “çözme”ye kalkmayı, bölgenin tümünde Kürtleri dışarıda bırakan denklemlerin sonu gelmiş gözükmektedir. Hakkaniyet bir yana, gerçek budur. Türkiye hesabını yaparken bu gerçeği dikkate almak zorundadır.
Tüm bunları, siyaseti iktidar hesapları üzerinden yapanlara hatırlatmak için söylüyorum. Öte taraftan, siyasete insan ve hakkaniyet merkezinden bakanlar için önemli olan, tabii ki, Kürt meselesinin çözümünün, sert gerçekler/ kirli hesaplar üzerinden değil, toplumsal barış perspektifinden hareketle inşasıdır.