‘Uzlaşma’nın zaaf olarak görüldüğü yerde sorun bitmez. Dönüp dolaşıp aynı yere varıyoruz. Güya, CHP ile görüşüldü, uzlaşıldı, yemin etmeye ikna oldular, kriz bitti. Peki, gerçekten öyle mi oldu? Pek sayılmaz, çünkü yemin sonrası iktidar partisi ‘tıpış tıpış geldiler, tükürdüklerini yaladılar’ görüntüsü vermeyi tercih etti.
CHP’nin ne akılla bu türden bir protestoya giriştiği, pişman olup olmadığı, zaten çıkış arayıp, kolayca ikna olup olmadığı başka mesele. Durum ne olursa olsun, biraz daha olgun davranılamaz mıydı? Muhalefetin illa ‘burnunu sürtme’ ısrarı nedendir, anlamak mümkün değil. Hele de başka ve daha da büyük bir kriz kapıda beklemekteyken?
Böyle bir atmosfer içinde, BDP’ye ‘gel sen de yemin et’ demek, ‘sen de gel de, aynı duruma düş’ demek olmuyor mu? BDP gibi iddialı bir siyasal hareket, ‘öp babanın elini de, o da seni affetsin’ muamelesini sindirebilir mi? Bu koşullar altında, BDP’nin demokratik zeminde siyaset yapmasını önemseyen, onları bu yönde teşvik etmeye çalışan bizim gibilerin sözü tüketilmiş olmuyor mu?
Aslında, uzlaşmayı hep ‘güçsüz olan’ veya ‘güçsüz olduğu düşünülen’den beklemek uzlaşma falan değil, düpedüz ‘güç gösterisi’. Söz konusu olan, güçsüz olanın, güçlüye boyun eğmesini beklemek, güçlünün hep haklı olduğunu varsaymak, hatta haklı olmak zorunda bile olmadığını düşünmek.
BDP’nin talepleri herhangi bir iktidarı, hatta siyasal sistemi zorlayan talepler, bu konuda kuşku yok. Ancak, bu ülkede aklı başında herkes, Kürt meselesinin çözümünün zoru başarmak şeklinde olacağı konusunda hemfikir. Hal böyleyken, karşısındakini küçümsemeyen, rencide etmemeye özen gösteren bir uzlaşma zemini istikametinde küçücük bir adım atmak bu kadar zor muydu? Meclis Başkanı’nın BDP ile görüşmesi olumlu bir jest, ancak genel atmosfer içinde amacına ulaşmaktan uzak düşüyor.
Diğer taraftan, hadi oldu diyelim, BDP’nin koşulsuz bir uzlaşmaya razı olup, Meclis’e gelmeye ikna olması ile sorun bitecek miydi? BDP’yi, Kürt siyasal hareketi ve onun toplumsal tabanı ile bağlarını kopartacak bir uzlaşmanın toplumsal-siyasal barışa hayrının dokunmasını bekleyebilir miyiz?
BDP’liler, içinden çıktıkları siyasal hareket ve toplumsal taleplerden uzak düştüğü an toplumsal meşruiyetlerini yitirirler, o durumda Meclis’te olup olmamalarının anlamı kalmaz. Bunu görmek o kadar zor mu? Amaç hâlâ bölüp yönetmek ise, bunun sonuç vermediği, dahası siyasal ve toplumsal barışı giderek daha fazla zehirlediği tecrübe ile sabit değil mi?
Kürtler ve Türkler arasında giderek artan bir güven bunalımı varken, bunu aşmaya çalışmak yerine, Kürt siyasi hareketi içinde bir güven sorunu, bir temsil krizi yaratmak toplumsal barışı daha da büyük bir tehlike ile karşı karşıya getirir. Bunu görelim.
Dahası, sadece Kürt meselesi açısından değil, genel olarak siyaseti bir güç gösterisinden ibaret görmek toplumu ve siyaseti zehirliyor. Bunu da görelim. Her koşulda, güçlüye boyun eğen bir toplum yaratmaya çalışmak iş değil. Meselesinden, haysiyetinden, kişiliğinden vazgeçebilen insanlar sadece sindirilir, onlar ile ‘barış’ yapılmaz. Barış haysiyetli bir iştir. Öyle olmalıdır. Tüm taraflar için.