Seçim sürecinde, siyasi tartışmanın düzeyi en başından belden aşağı vurma hizasına taşındı. Bu konuda serbest vuruşun en kolay yapıldığı alan Kürt meselesi, en kolay hedef Kürt siyasetçiler!
‘Kürt açılımı’ öncüsü iktidar partisinin değişmez belediye başkanı Melih Gökçek, zamanında yerel seçimlerdeki rakibi Murat Karayalçın’ı, ‘PKK yandaşı’ olmakla suçlamıştı. Gökçek, bu konuda yalnız değil, iktidar partisi CHP’yi, zamanında DEP’lileri Meclis’e taşımakla ‘suçlamak’tan geri durmadı. Kürt açılımı yaptığını iddia edenler, DEP’lileri Meclis’ten yaka paça götürüp hapse tıkanlar yerine, onları ‘Meclis’e taşıyanları’ sorgulamakta tereddüt göstermediler. Belli ki, kalınan yerden devam edilecek. Son olarak, Gökçek, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu için, twitter’a, ‘PKK’nın avukatı’ yazmış. BDP bağımsız adayları için, suç duyurusu yapar eda ile, ‘PKK adayları’ tabiri kullanmak da, belli ki prim yapan bir iş haline gelmiş.
Tereddüt göstermiyorlar
Diğer taraftan, ülkenin ‘demokrat aydın’ları bile BDP’yi habire, ‘PKK bağlantısı’ ile sıkıştırmak konusunda hiç tereddüt göstermiyorlar. ‘Barış süreci’ bu kafayla ilerleyebilir mi sanıyorsunuz? ‘Kürt siyasal hareketinin’ bir temsilcisi olan BDP’nin, Kürt silahlı siyasal mücadele hareketi ile aynı tabana sahip olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu koşullar altında, BDP’yi sıkıştırmanın anlamı, ‘meşru sayılmak istiyorsan toplumsal tabanını demokratik zeminde temsil etme iddiasından vazgeç’ demektir. Bu, taleplerini, görüşlerini beğenelim, beğenmeyelim, ciddi bir toplumsal kesimin sesini demokratik siyaset dışına itme çabasıdır. Zaten Kürt siyasal hareketi bu anlayış yüzünden silahlı mücadeleye bel bağlamadı mı?
Artık daha açık konuşmanın zamanı geldi. Bir yandan Kürt siyasal hareketi ile müzakere edip, diğer yandan, ‘PKK terör örgütü söylemi’ni ‘siyasal şantaj’ olarak devreye sokmak, Türkiye kamuoyunu da yanıltmak, çatışmacı bir ortamı canlı tutmaktan başka bir işe yaramıyor. PKK üzerine de, açık ve dürüst konuşmanın zamanı geldi veya gelmeli. Halihazırda, dövmenin serbest, övmenin suç olduğu PKK hareketi üzerine, ikisini de yapmadan konuşmak bile mümkün değil. Oysa, bu tabuyu yıkmadan, Kürt meselesini değil çözmek, hakkıyla tartışmak imkânsız.
Dürüstçe konuşalım
O zaman gelin, bu konuyu dürüst bir biçimde konuşmaya başlayalım. Hiçbir demokrasi, silahlı siyasal hareketleri, şiddete dayalı yöntemleri meşru görmez, göremez. Ancak şunu unutmayalım, ‘demokratik rejimleri’, ‘şiddet’e karşı ‘koruyan’ yasaklar, kolluk güçleri, her tür baskı değil, ‘özgürlük alanı’nın geniş olması özelliğidir. Demokrasilerin temel mantığı, toplumun her kesiminin, her talep ve düşüncesini özgürce ifade edebilmesi ve örgütlenebilmesine imkân sağlayarak, şiddete yönelimin önünü kesmektir. Ancak bu koşulu gerçekleştiren rejimlere demokrasi denilir. Aksi, demokrasi olduğunu iddia eden ama bunun koşullarını sağlamayan sistemlerin, meşruiyetini yitirmesi sonucunu verir. Yani, birileri sizin demokrasi dediğiniz sistem içinde sesini çıkaramıyor, sürekli susturulmaya, sindirilmeye çalışılıyorsa, sistem onların gözünde meşruiyetini yitirir, onlar için her yol mübah görülür. Kürt meselesinde olan budur.
Dahası, bu süreç yaşandıktan sonra, filmi geri sarmak mümkün değildir. Silahlı mücadele ile sesini duyurmuş bir hareket, silahı en büyük güvence olarak görür. Bu büyük bir sorundur, ancak PKK gerçeği budur. Barışı kurmak adına, silahlı siyasal bir hareketi silahsızlandırma süreci, öncelikle bu gerçeği dikkate almak durumundadır.
Dikkate alınması gereken diğer bir gerçek, silahsızlandırma sürecinin bir kesimin onurunu rencide edecek tedbirlerle olamayacağıdır. ‘Pişmanlık yasası ve mantığı’ bu nedenle sonuç vermedi, veremezdi. Şimdilerde, aynı mantık, silahlı mücadele verenleri ‘gizli işsizler ordusu’ olarak görmek, müzakereleri ‘affedilenlerin’ nereye yerleşeceğini tanzim etmek şeklinde tezahür ediyor. Bölgede birçok insan sadece işsiz ve evsiz kaldığı için dağa çıkmıyor, ‘ezilen halkı, çiğnenen gururu adına onurlu bir mücadele verdiğini’ düşündüğü için, canını feda etmeyi göze alıyor. Barışı yeniden kurma sürecini, bir yandan babacan bir eda ile ‘affetme’, diğer yandan ‘işsizlere meslek kazandırma, yer yurt bulma’ mantığı çerçevesinde yürütmenin anlamı ve karşılığı yok.
Terörle mücadele mantığı
Bu gerçeği görmezden gelmenin sonucu olarak PKK’nın toplumsal tabanı azalmıyor, artıyor. Köy boşaltarak olmadı, siyasal temsili ‘terörle mücadele mantığı’ ile köşeye sıkıştırarak hiç olmaz. Ayrıca, bölgede, silahlı mücadeleyi çare olarak görmeyen, bu nedenle bu harekete karşı çıkanların olması başka, bunları harekete karşı ‘koz’ olarak kullanmaya yeltenmek başka bir şeydir. Altan Tan ve Şerafettin Elçi, belli ki, bu yöntemden, bu gayretten rahatsız olarak BDP çatısında aday olmaya karar verdiler.
Son olarak, BDP Kürtlerin hepsini temsil etmiyor diye, milyonlarca insanı temsil ettiği gerçeğini görmezden gelemeyiz. BDP’yi temsil eden toplumsal taban, büyük ölçüde silahlı mücadeleyi ‘özgürlük hareketi’ olarak görüyor. Milyonlarca insanı terörü desteklemekten hapse tıkmak mümkün ve adil olmayacağına göre, doğrusu, çareyi ‘PKK’yı terör örgütü diye tasnif edip, ‘terörle mücadele’ mantığı ile tasfiye etme anlayışını gözden geçirmektir. Bunu yapabilmek için öncelikle, PKK konusunda, ‘terörü övme’ töhmeti altında kalmaksızın açık ve dürüst biçimde konuşmaya başlamaktır. Bu gerçeği görmek ve tartışmanın önünü açmak bile barış ve çözüm yolunda önemli bir adım olur.