Seçim öncesi, ‘Bağımsız Adayları Destekleme’ çabası çerçevesinde, bazı arkadaşlarımla Diyarbakır, Mardin, Urfa, Midyat ve Nusaybin’e gittik. Bir yerde, bir gazeteci arkadaşımız beni Doğu Konferansı esnasında izlediğini ve o esnada yolumuzun, kendi ülkemizin Güneydoğu illerine hiç düşmemesine gücendiklerini söyledi.
Haklıydı, ben de öyle söyledim. Bunun dışında, ‘Ortadoğu’da barış’ kaygımızın ne denli isabetli olduğu son altı ay içinde iyice ortaya çıktı. Biz Ortadoğu barışından söz ederken, Ortadoğu’da olanlar veya olabilecekler, bir avuç insan dışında kimsenin ilgisini çekmiyordu.
Avanak bile denildi
Şimdilerde bakıyorum, tüm dikkatler Ortadoğu’da olanlara çevrilmiş vaziyette. ‘Böyle olması doğal değil mi, yangın kapımıza kadar gelmiş, insanların da ancak dikkatini çekmiş’ diyebilirsiniz. Kısmen doğru ama, tam değil. Neden olduğunu, izninizle açıklayayım.
Yangın, Irak işgali öncesinde de kapımıza gelmişti, ama şimdi kıyameti koparanların çoğu, olaya bugünkü ‘hissiyat’ ile bakmıyordu. İşin burası uzun hikâye. Sonra, ABD’nin okları Suriye’ye çevrildi, 2004’te Suriye işgalin eşiğine geldi, yine kimse tınmadı. İşgale karşı tavır gösterenlere ‘avanak’ bile dendi. Ne zaman ki, Batı dünyası Arap Baharı adı altında bölgedeki rejim değişikliklerine yeşil ışık yaktı, herkes birdenbire Araplar adına ‘özgürlük sevdalısı’ kesildi.
Son olarak Suriye’de olanlar, kısmen doğal olarak yakından takip ediliyor. ‘İyilik melek’leri mülteci kamplarına geliyor, acıklı pozlar veriliyor. Türkiye, Suriyeli muhaliflere kucak açıyor, Suriye’de eski rejimin baş dostu olanlar, ‘gaddar Suriye rejimi’ni topa tutuyor.
‘Fena mı, Türkiye kamuoyu geç de olsa Ortadoğu’da olanların farkına vardı, kötüye karşı iyinin yanında yer alıyor’ diyebilirsiniz. Ama, son zamanlarda özgürlük ve hak talepleri konusunda bu denli ‘duyarlı’ bir hal almış olanların gözü nedense, kendi ülkelerinde olanlara sonuna kadar kapalı.
Kamuoyunun haberi yok
Düne kadar, ‘Suriye’de kim, nasıl yaşar?’ ne haberi, ne merakı olmayanlar, kendi ülkelerinde ses verenlere kulaklarını kapamış olanlar, başkalarına ağabeylik yapma hevesine düşmüş vaziyette. Dahası, içinde bulunduğumuz dönem, Kürt sorunu açısından hayati önem taşıyan bir dönem.
Güneydoğu da, Nevruz’dan bu yana büyük bir hareketlilik içinde. Ancak Türkiye kamuoyu, ‘terör’ damgası yiyen olaylar dışında bu bölgede olan bitenden neredeyse tamamen habersiz. Oysa, gizlemenin saklamanın anlamı yok, faydası da yok. Ortadoğu’ya açılan gözlerin, çevrilen kameraların, Güneydoğu’ya çevrilmesi durumunda, buradakilerin ne istediğini daha iyi anlamak için hiç olmazsa bir imkân doğar. Araplar isteyince ‘özgürlük’, Kürtler isteyince ‘azgınlık’ sayılıyor.
Meseleyi, ‘Türkiye demokratik bir ülke, Mübarek’in Mısır’ı, Esad’ın Suriye’si mi, bu ne biçim kıyaslama?’ diye geçiştirmeye çalışmanın anlamı yok. Tam da bu nedenle, Türkiye, Ortadoğu’daki rejimler ile kıyaslanmayacak ölçüde gelişmiş bir demokrasi olduğu için bu tablo, Türkiye’ye yakışmıyor. Böyle bir dönemde fazlasıyla sırıtıyor. Tam da bu nedenle, Türkiye, bu rejimlerle kıyaslanmayacak bir ülke olduğu için özgürlük talepleri, demokratik olgunluk ve çözüm imkânları çerçevesinde görülmeli.
Başka türlü barış olmaz
Bana, Ortadoğu yollarına düştüğümüzde, Güneydoğu’ya uğramadığımız için sitem edenlere sonuna kadar hak veriyorum, umarım arayı kapattım, epeyce bir zamandır, Türkiye’de barış adına yolum sıklıkla Güneydoğu’ya düşüyor. Derdi Ortadoğu’da barış ve özgürlükten ziyade, ABD dış siyaset çıkarlarının ‘gör!’ dediğini görmek olanları hariç tutuyorum. Geri kalan hepinize arayı kapatmayı, vicdanınızın ‘gör!’ dediğinin peşine düşmenizi tavsiye ediyorum. Tüm bölgenin altüst olduğu bu karanlık devirde, ülkemiz için barışın imkânı kirli hesaplar içinden değil, vicdanınızın muhasebesi içinden çıksın. Çünkü başka türlüsü ‘barış’ olmaz.
Not: Pazar günkü yazımın sonuna, yanlışlıkla başka bir yazıdan bir paragraf girmiş, anlam bozukluğu için hepinizden özür dilerim.