Batmanlı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ‘Güneydoğu Seçim Analizi’ yapmış, Akşam gazetesi de; özellikle Batman için söylediklerini ‘Hizmete Değil, Kimliğe Oy’ başlığı ile cuma günü manşet yapmış.
Buradan hareketle biz de bir ‘Türkiye Seçim Analizi’ yapalım, seçim sonrası Türkiye tablosunu anlamaya çalışalım. Şimşek, belli ki, seçim bölgesinde, bir ‘gerçeği’ görmüş, ama eksik görmüş.
Aslında, tüm Türkiye ölçeğinde insanlar, belirleyici ölçüde ‘kimliğe’ oy veriyor. Ama, genelde, ‘kimlik’ vurgusu yapanlar Kürtler olduğu için, bu ülkede ‘kimlik’ ve kimlik siyaseti denilince sadece Kürt siyasetleri anlaşılıyor. Oysa, insanlar, özellikle de bu ülkede öteden beri ‘kimlik’ diye özetlediğimiz, ‘kendini belli bir çerçevede tanımlama’ anlayışı içinde oy verirler. Siyasetin dilini ‘sağ’ ve ‘sol’ siyaset jargonunun belirlediği zaman dahi, kültürel, etnik, dini kimlikler önemliydi. Sağ ve sol siyaset dili tükendiğinde, kimliklerin belirleyici etkisi daha fazla öne çıktı.
Halihazırda, Türkiye’de insanlar öncelikle ‘kim daha iyi yönetiyor veya hizmet sunuyor’ diye değil, dünya görüşleri, inançları ve bunlara dayalı ‘gelecek tasavvurları’ çerçevesinde siyasi tercih yapıyorlar. Bu, insanların körü körüne bir kimlik temsiline yöneldiği anlamına gelmiyor. Nitekim, muhafazakâr kesimi temsil etme iddiasında birden fazla temsil ve bir o kadar da temsil çabası var, ancak tüm bunlar muhafazakâr oyların AKP’ye akmasını engellemiyor. İnsanlar bu noktada, bu temsil iddiaları içindeki seçenekler arasında, ‘kimin daha iyi yönetebileceği’ tercihini yapıyorlar.
Ancak sonuçta, muhafazakâr insanlar da, laikliği dünya görüşlerinin merkezine oturtanlar da, tıpkı Kürtlerin birçoğu gibi ‘kimlik’ eksenli siyasal tercih yapıyorlar. Bu kimlikler tabii ki, ayrıştığı gibi, zaman zaman örtüşen kimliklerdir. AKP’ye oy veren Sünni Kürtler ve CHP’ye oy veren Alevi Kürtler, kendilerini öncelikle nasıl tanımladıklarına göre tercih yapıyorlar.
Alevilerin büyük ölçüde CHP seçmeni olması da böyle bir durumdur. Sünni Müslüman çoğunluk karşısında, laikliği merkeze alan CHP; Aleviler için, her zaman en korunaklı yer olmuştur. Bunda yadırganacak bir şey yoktur. Son seçimlerde, CHP’nin laik kimliğini merkeze yerleştiren bir söyleme itibar etmemesi son derece olumlu bir adımdır. Bu süreçte, CHP’nin ‘katı laiklik’ anlayışını demokratikleştirmesi için bir fırsat doğmuştur. Ben bu hususu çok önemsiyorum. Ancak, bu CHP’ye akan oyların, öncelikli olarak laik kimlik veya muhafazakârlığa karşı bir kaygı temelli bir tercih olduğu gerçeğini değiştirmez.
İktidar partisine gelince, AKP seçmeninin asıl mayasını teşkil eden muhafazakâr sağ dünya görüşüdür. Bu dünya görüşü, Türkiye’de, AKP seçmenini bile aşan, toplumun ezici çoğunluğunu tarif edebilir. Diğer taraftan, AKP’nin muhafazakârlığı dönüştürme başarısı göstermiş olması, başarısının ölçüsünde ve devamlılığında en önemli etken oldu. Ancak bu dönüşümün, Türkiye siyaset tablosunun geneline yansıttığı renk, daha demokratik bir Türkiye değildir. Muhafazakâr demokrasinin sınırları, bazılarının korktuğu gibi dindar-muhafazakârlığın baskısı ile değil, sağ otoriter siyaset ve toplum algısı istikametinde belirlendi.
Halihazırda, Türkiye’nin son on yılda yaşadığı değişimin geldiği nokta, sağ-muhafazakâr siyasi temsilin toplum desteği ile tahkim etmeyi başardığı ‘yeni statüko’nun tescillenmesidir. Daha demokratik bir Türkiye hayal edenlerin, en az eskisi kadar güçlü ve en az eskisi kadar kırılgan bir yeni statüko ile karşı karşıya olduğunu kavraması ve daha fazla demokrasi talebinde ısrarlı olması, geleceğimiz açısından hayati önem taşıyor.
Daha fazla demokrasi talebini yeni statükoya ‘dilekçe’ yazarak gerçekleştirmeyi ummanın anlamsızlığı ve faydasızlığı apaçık ortada. Daha fazla demokrasi, dünyanın her yerinde ve tarihin her anında, daha fazla özgürlük isteyenlerin, taleplerinde eğilip bükülmeden ısrarcı olması ile mümkün olur. Büyük Türk demokratlarının, demokratikleşme konusunda iktidara tam vekâlet vermelerinin sonucunu gördük, vekâleten demokrasinin bu kadar olacağını artık anlasalar iyi olur.
‘Kimlik’ dediğimiz şey değişmeyen, dönüşmeyen bir şey değil, ancak tüm kimlikler veya daha genel bir ifade ile ‘siyasal-toplumsal kategoriler’ değişim ve dönüşüm süreçleri içinde kendilerini yeniden üretiyorlar. İsterseniz sözü uzatmadan Türkiye’ye getireyim; Türkiye’de, ulus devlet projesinin baskıladığı dinsel ve etnik kimlikler, bu proje zayıfladığında ve baskı hafifleyince ilk biçimleri ile su yüzüne çıkmış değil.