İnsanlığın en büyük sorunu ‘iktidar’dır. Şu veya bu hükümetin, partinin, rejimin dayattığı iktidar değil, hepsinden önce ve hepsinden öte, insanın iktidar meyli, güç sevdasıdır. Bu meyil, bu sevda iki türlü işler; bir yandan ‘muktedir olma’ hevesi, diğer yandan muktedir olana yanaşma ve nihayet tapınma şeklinde. Aslında her iki durumda esas olan ‘güce tapma’dır.
İnsan güce taptığı oranda iktidar hevesi pekişir, yine aynı oranda güçlü olana biat eder. İktidarın mutlaklaşmasının ölçüsü, iktidar olanın da ona tabi olanın da güce tapınma ölçüsüdür. Hiçbir durumda iktidarın dayattığı güç baskısı tek taraflı değildir, iktidarın üstten dayattığı, ona tabi olanların alttan desteklemesi olmadan fazla anlam taşımaz, süreklilik kazanamaz. Çünkü iktidar hiçbir zaman sadece dayatma değil, aynı zamanda ‘tanınma’dır.
Derin ve genel sorun
Gücün dayatılması ve tanınması arasındaki ilişki, kuşkusuz karmaşık bir denklem çerçevesinde oluşur. İnsanlar, iktidarı salt gücü temsil ettiği için değil, aynı zamanda vaat ve vazettikleri için tanırlar, meşru görürler. İnsanlığın ‘adalet’, ‘özgürlük’ gibi temel arayışları, bunları vaat eden gücü tanımaları açısından önemlidir. ‘Nasıl bir adalet?’, ’kime ne kadar özgürlük?’ soruları, iktidarın kullanımı ve ölçüsünü belirler. Bu ölçü, birileri için diğerlerinin payından feragat etmek, birileri adına diğerlerini görmezden gelmek şeklinde bozulma eğilimi gösterir. Bu durumda, ilke ve değerler iktidar denklemi içinde önemini yitirir, denklem birilerinin mutlak iktidarını kurma yoluna doğru seyreder. Bu durumda, ya ölçüyü ilkeler ve değerler yönüne çekmeye çalışan itiraz ve baskılar devreye girer ya da iktidar olana sadece iktidar olduğu için biat etme eğilimi öne çıkar. Bu koşullar altında iktidarlar mutlaklaşır, otoriter dediğimiz ortam oluşur.
İnsan güce sadece güç olduğu için biat etmeye veya biat ettirme meyline kapılırsa, gücün kölesi haline gelir. İktidarda olan da gücün kölesi olur, ona tabi olanlar da! İktidarda olan her şeyini gücü elinde bulundurmaya bağladığı oranda, gücünü yitirdiği anda, her şeyini yitirme kaygısı ile kendi gücünün kölesi olur. İktidarda olmayan, zaten bu dayatmanın nesnesine dönüşür. İktidarın dayatmasına itiraz etmekte gösterilen her türden çekince ve çekingenlik iktidarın mutlaklaşma sürecini biraz daha öteye taşımaktan, itirazın imkânlarını daha da daraltmaktan başka işe yaramaz.
Türkiye’de yaşadığımız süreç, ne bize, ne sadece bu iktidara, ne de bugüne ilişkin bir sorun değildir. Çok genel ve çok derin bir insanlık meselesinin siyasal alanda tezahürüdür o kadar.
Bu derin ve genel sorun bir yana, siyasi partilerin aday listelerini açıklaması ardından, bugünlerde siyasi partilerin lider egemenliği veya parti içi demokrasi konusu yine gündeme geliyor, tartışılıyor. Bizde, öteden beri, parti içi demokrasinin işlemesinin, demokrasinin önkoşulu olduğu yönünde kanaat beyan etmek pek makbul sayılır. Oysa, durum tam tersi de olabilir. Demokrasiler ancak, itiraz etme özgürlüğü talebi güçlüyse güçlenir. Bu talep olmadığı veya sözde kaldığı sürece parti içinde lider diktatörlüğü, siyasetin genelinde otoriter hava kaçınılmaz olur. Siyasi parti liderleri ve etkin siyasetçilerin egoları, milletvekilliği adaylarının belirlenmesi sürecinde herhalde epeyce okşanmıştır. Bu duyguya ne ölçüde teslim oldularsa, yollarına o ölçüde iktidarlarının kölesi olarak ve kölesi yapmaya çalışarak devam edecekler demektir.
Küçük bir örnek
Benzerleri çok ve bilindiktir ama ben yine de küçük bir örnekle bitireyim. Milletvekili adayı olmak için görevlerinden istifa eden bürokratlardan, Melbourne konsolosu Vahit Özdemir, “Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın emrinde bir nefer olarak hizmet edebilmek amacıyla görevimden istifa ediyorum” demiş. Ben bu ifadeyi gazetelerde okudum, doğru mu bilemem, aday oldu mu onu da bilmiyorum. Ama milletin ‘vekilliği’ni, ‘emir’ altında çalışmak olarak görenlerin, bunu telaffuz etmekte tereddüt göstermeyenlerin ülkesinde ne lider sultası biter, ne demokrasi güçlenir. Otoriter siyasetlerin en kötü sonucu, şahsiyet zaafları üzerine kurulması, bu zaafları yeniden üretmesidir. Ancak güçlü şahsiyetler, yani kendine saygısı yüksek olanlar daha fazla özgürlük talep ederler. Gönüllü emir erleri her rejimde rahat yaşarlar, sadece şahsiyetli insanlar ve toplumlar daha fazla demokrasi ister.