‘Otoriterlik’ sadece bir devlet veya rejim sorunu değildir. Otoriterlik, her şeyden önce veya her şey bir yana, bir zihniyet meselesidir. Öyle görünüyor ki, Türkiye’nin temel meselesi bu.
Türkiye’de halihazırda iktidar olanlar, otoriter bir devlet ve rejim anlayışının mağduru idiler. Özgürlük talep ettiklerinde, ‘önce biat edin!’ deniliyordu. Önce ‘irticacı olmadığınızı kanıtlayın’, ‘önce yasalara uyun’, ‘önce başınızı açın, sonra konuşun’ deniliyordu. Üniversiteye girmeye hak kazanmış öğrenciler ‘ikna odaları’nda, mevcut anlayışa, mevcut yasalara biat etmeye ‘davet’ ediliyordu. Oysa sorun mevcut yasalarda, ‘irtica tehdidi’ adına kısıtlanan özgürlük anlayışında idi. Hâlâ, bu eşiği bile tam aşmış değiliz. Bu kafada olanlar güçlerini yitirdiler, ama çoğunun kafası değişmiş değil.
Yeni bir ‘muktedirler dili’
Diğer taraftan, eski dayatmaların mağduru olanlar, haklı olduklarını düşündükleri oranda direndiler, iktidar oldular. Ne hazin bir tecelli, şimdi onlar karşılarına çıkana, ‘önce biat et!’ diyorlar. Meclis’te yemin etmeyenlere, özellikle de, Meclis’i boykot edenlere karşı özetle söyledikleri budur. Bu, iktidar, hatta devlet ve rejim anlayışı değişiyor ama otoriter zihniyet değişmiyor demektir.
Mevcut koşullar altında, ‘önce Meclis’e gelin, çözümü burada konuşalım’ teklifi, bir diyalog teklifi değil. Mantık, ‘ikna odası’ mantığı! Çünkü öncesinde ‘YSK’nın kararı demokrasiyi zorluyor’ denmemiş. Çünkü ‘jüritokrasi bir kez daha milletin iradesinin önünü kesiyor’ denmemiş. Çünkü ‘biz de bu yolardan geçtik, bu mantıktan çok çektik ama demokratik mücadele ile aştık, gelin birlikte bir kez daha aşalım’ denmemiş. Tam tersine, yeni bir ‘muktedirler dili’ kurulmuş, bu dilden konuşulmaya başlanmış, ‘önce yasalara uyun’ denmiş, ‘aday yapacak başkasını bulamadınız mı?’ denmiş, ‘siz de sağlam ayakkabı değilsiniz’ denmeye getirilmiş.
‘Uzlaşma’ başka, ‘biat’ başka
Bunları söylemenin, böyle hizalanmanın, zamanında Refah Partisi ve Fazilet Partisi kapatılırken, Erdoğan mahkûm edilirken, AKP’ye karşı kapanma davası açıldığında, ‘onlar da şunu yapmasaydı, bunu söylemeseydi’ demekten, diyenlerden ne farkı var? Biz tüm bunlara neden karşı çıktık? Neden ‘haksızlıktır, zulümdür’ dedik? Ben kendi adıma, o zaman da, mevcut yasaları otoriter buluyordum, meşruiyetini kaybetmiş görüyordum, şimdi de. Sizler için ne değişti?
Muhafazakârların özgürlük alanı, mevcut iktidar partisi, toplumsal meşruiyete dayanarak direndiği için, genişlemedi mi? ‘Sadece direnmedik, aynı zamanda uzlaştık’ diyebilirler. Doğrudur, demokrasi aynı zamanda müzakere ve uzlaşma zemininde hareket etmeyi gerektirir. Ama ‘uzlaşma’ başka, ‘biat etmek’ başkadır. Uzlaşmak; özgürlük alanını daraltmak değil, genişletmek adına karşılıklı taviz ve anlayış göstermek, bunun gereğini yapmaktır. Biat etmek ise, ya korkup tırsıldığı için ya da siyasal hesap uğruna doğru olduğuna inandığından vazgeçmektir.
Otoriter siyaset anlayışı hep diri
Şu anda, BDP öncülüğünde Bağımsız adaylara teklif edilen ‘uzlaşma’ değil, ‘biat’ etmektir. Biat, bir siyasal heyetin sadece ‘siyasal onuru’nu değil, ‘demokratik temsil’ kabiliyetini zedeler. O adaylar, Kürtler adına özgürlük taleplerini seslendirsinler diye seçildiler, ‘gel deyince gelsinler, git deyince gitsinler’ diye değil. Böyle davranırlarsa önce seçmenleri tepki gösterir, toplumsal meşruiyetleri zedelenir.
Hal böyleyken, bırakın iktidar partisini, kendini bağımsız demokrat diye tanımlayanların bile, demokratik bir tepki türü olan ‘boykot’a bin bir kulp bulmaya çalışmaları hem siyasi körlük, hem de büyük haksızlık. Aslında, şaşmamak gerek, çünkü burası devirlerin değiştiği ama otoriter siyaset anlayışının diri kaldığı bir ülke. Sonuçta, ‘ikna oda’larından, ‘ikna meclisi’ne giden yol kısa oldu. Ama belli ki, demokrasi yolu çok uzun ve engebeli olacak.