Türkiye’de sol düşünce içinde önemli bir isim olan Murat Belge’nin, 4 Temmuz tarihli Radikal gazetesine verdiği röportajı üzüntü ile okudum. Bence bu röportaj, Türkiye’de sol adına nerelere gelindiği açısından çok hüzün verici bir tablo çiziyordu.
Türkiye’de, bu türden tartışmalar ziyadesiyle şahsi polemiğe dönüştüğü ve anlamını yitirdiği için, bu konuya girmek istemedim. Ardından, röportajda doğrudan gönderme yaptığı Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu Bağımsız Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in Radikal’deki cevabını okudum. Sonra, Belge’nin Taraf gazetesinde Önder’e yazdığı iki cevabı okudum. Önder’in cevabı bence çok yerinde ve önemliydi. Belge’nin Kürt meselesi konusunda söylediklerini daha iyi izah eden cevapları dikkate alınmaya değerdi. Ancak, bu kadar önemli konuların kapısını açan bir tartışmanın, dönüp dolaşıp yine iki kişi arasında kapalı devre bir polemiğe dönüşmesi sol siyaset içindeki tıkanıklığın en son göstergelerinden biri.
Bir iki köşede ciddiye alınmalıydı
Aslında, bu türden tartışmaları günlük gazete köşelerinde yapmak hem imkânsız, hem anlamsız. Ancak, artık bu tür tartışmaların yapılabildiği başka mecralar da yok. O nedenle, ben bu tartışmanın hiç olmazsa bir iki köşede ciddiye alınmasını beklerdim.
Diğer taraftan, Belge’nin röportajında yadırgatıcı olan sadece Kürt siyasi hareketine ilişkin söyledikleri değildi. Oysa, Hopa’daki eylemler esnasında hayatını kaybeden Metin Lokumcu’ya ilişkin söylediklerine dikkat çeken de, yine sadece Önder oldu. Oysa, bu ülkede sol aydınların büyük çoğunluğunun tüm siyasi tartışmayı ‘Ergenekon’ ile başlatıp bitirme yaklaşımı veya iktidar partisine ilişkin değerlendirmeleri derin bir tartışmayı hak ediyor. Hak ediyor, çünkü bu yaklaşım, Türkiye’de demokrasinin vahim seyrinde büyük sorumluluk taşıyor.
Vesayet rejimine kılıf biçme çabası
Aslında, 12 Eylül Anayasa Referandumu arifesinde ‘Yetmez ama Evet’ tavrı gösterenler ile bazı ‘Hayır’cılar ve boykotçular arasında ciddi bir tartışma başlar gibi oldu ancak devam etmedi. Etmemesi de iyi oldu, zira daha demokratik bir Türkiye talebinde samimi olan bir avuç insanın birbirini yıpratmasından demokrasi ve özgürlükler adına fayda umulamazdı. Ben, bu kaygı ile bu konuda tek satır bile yazmadım. Ama bu, Türkiye’nin gidişatı ve ‘demokrasinin seyri’ne ilişkin değerlendirmeler çerçevesinde her tür tartışmadan kaçınmak demek olmamalı.
Demokratikleşme sürecinin tıkanışına ilişkin değerlendirmelerin, bir kısım sol, liberal, demokrat çevrede ‘gizli darbeciliğe’, ‘vesayet rejimine çanak tutmaya’ yorulması sineye çekilecek, üzerinden geçilecek şey değildir. Üzerinden geçersek, yeni vesayet rejimine ‘demokratik meşruiyet kılıfı biçme’ çabası güçlenecek. Üzerinden geçersek, Kürt meselesinde büyük faturanın Kürt siyasi hareketine kesilip, tasfiye edilmesi siyaseti güçlenecek. Türk Kemalizmi ile mücadele etmek adına, muhafazakâr otoriterliğe serbest alan sağlamanın bir diğer ucu, Kürt siyasi hareketini ‘Kürt Kemalizmi’ diye yaftalayıp siyaset alanının dışına itme çabası olarak ön alacak, alıyor. Bunu görmek, anlamak bu kadar zor mu?
Tartışma marazi çerçeveden çıkmalı
Türkiye solunun bir ucunun kör bir ulusalcılığa saplanması, sol adına hortlatılan yeni bir tür Kemalizm’e savrulması, muhafazakâr otoriterliğe karşı çıkmanın, bu mühim meseleyi tartışmamızın önüne bir gerekçe olarak çıkarılıyor. Bu bahane ile demokratlık muhafazakâr siyasetin ipoteği altına sokuluyor, itiraz eden demokrat olmamakla itham edilip sindirilmeye çalışılıyor. Birçok ‘demokrat’, ‘liberal’, ‘sol’ aydın bu kampanyanın değirmenine su taşımakla meşgul. Demokratikleşme ve Kürt meselesinin çözümü tartışmasının, bu marazi çerçeveden çıkmasının zamanı çoktan gelmedi mi?
İşte tüm bu nedenler ile Murat Belge ile Sırrı Süreyya Önder arasında geçen tartışma veya yazışma, sadece iki kişi arasında geçen bir tartışma değildir, olmamalıdır.