Dünya Gastroenteroloji Derneği Başkanlığı’na seçilen Prof. Dr. Cihan Yurdaydın “Etki gücü yüksek bilimsel dergilerde Türkiye’den yollanan bir çalışmanın kabul edilme oranı ne yazık ki düşük oluyor. Kendimizi bilim ülkesi olarak kabul ettirmeliyiz. Israrla bilim üretmeye çalışmalıyız” diyor .
Güzel şeyler de oluyor! Acı haberlerle dolu ülke gündemimiz hepimizin yüreklerini dağlamaya devam ederken, kötümser bir hava hakimiyetini artırırken, toplumsal depresyon pusu kurmuş beklerken umutsuz olmayın, olmayalım diyorum. Ülkemizde gurur duyacağımız bilim insanlarımız var. Onların sayesinde güzel gelişmeler oluyor. Belki bu dönemde en çok onların sesine kulak vermeye ihtiyacımız var. Ben bu hafta Ankara’da onlardan biri olan Prof. Dr. Cihan Yurdaydın ile tanıştım. Geçtiğimiz ekim ayında Yurdaydın’ın, Dünya Gastroenteroloji Başkanı olarak seçildiğini öğrendim. Amerika, Avrupa, Asya, Afrika gibi farklı kıtalardan, dünyada 100’den fazla gastroenteroloji derneğinin bağlı olduğu büyük bir örgütün başkanı oldu, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Yurdaydın. Amerikalı bir başkandan görevi devraldığında bu global derneğin ilk defa bir Türk başkanı oldu. Bu görevi sayesinde, 2019 yılındaki Dünya Gastroenteroloji Kongresi de İstanbul’da yapılacak.
Yurtdışında eğitim gerekli
Sindirim sistemi hastalıklarıyla ilgilenen bilim dalının dünyada en etkin derneği olan Dünya Gastroenteroloji Derneği’nin Başkanı Prof. Dr. Cihan Yurdaydın’la bilimi ve tıbbi gelişmeleri konuştuk. Yurdaydın bilimi yönlendiren ülkenin hâlâ Amerika olduğunu anlatıyor. Akademik gelecek düşünen herkesin hiçbir komplekse kapılmadan yurtdışına eğitim almak amacıyla gitmesi gerektiğini vurguluyor. Gelişmiş batı ülkelerinde bile bilim insanlarının kendilerini geliştirmek için başka ülkelere özellikle de Amerika’ya gittiklerini söylüyor. İlgilendiği alanda yurtdışında önemli çalışmalar içinde yer alan, kongrelerde sunumlar yapan bilim insanlarının, o alanda dünyanın her yanında tanınmaya başladığını anlatıyor. Bu ülkemizin bilimle anılması açısından da değer taşıyor.
“Daha kaliteli üniversite”
Yurdaydın kendimizi bilim ülkesi olarak kabul ettirmemiz gerektiğinin altını çiziyor. “Şu anda etki gücü yüksek bilimsel dergilere benzer bir çalışmayı bir Türkiye’den bir de gelişmiş batı ülkesinden yollayın. Türkiye’den gelen çalışmanın kabul edilme oranı ne yazık ki düşüyor” diyor Yurdaydın. Ancak ret cevaplarından yılmadan, ısrarla bilim üretmek için çabalamamız gerektiğini söylüyor ve “Ben de kendi kariyer yolculuğumda böyle yaptım” diye ekliyor. Türkiye’de akademisyenlerin bilim üretme motivasyonlarının düşük olduğuna da dikkat çekiyor. Bilim üreten insanların ödüllendirilerek teşvik edilmesinin büyük önem taşıdığına değiniyor. Son yıllarda üniversitelerin çok kan kaybettiğini, kantite ile kalite arasında dengeyi oturtmakta sıkıntı yaşadığımızı anlatıyor. Yani çok sayıda üniversite ve fakülte açtığımızı ancak kalitenin düştüğünü söylüyor. Bu durumun da bilim ülkesi olma iddiamızı zayıflattığını vurguluyor. Son dönemde akademisyenlerin çoğu bu eleştiride bulunuyor “Artık daha çok üniversite değil, daha kaliteli üniversite!”
Prof. Dr. Cihan Yurdaydın geçmişten günümüze tıbbın nasıl bir değişim ve gelişim gösterdiğini de kendi alanından verdiği örneklerle sohbetimizde anlatıyor. Teknolojik gelişmelerin tıp alanında büyük değişimleri beraberinde getirdiğini özellikle vurguluyor. Yurdaydın “1980’lerde ben asistanlığa başladığımda ultrasonografi yeni yeni tıbba giriyordu. Bize fal bakmak gibi geliyordu. Zamanla teknolojik cihazlar daha da gelişti ve bu elimizi çok güçlendirdi. En basitinden, eskiden karın muayenesi ile hastada akut apandisit olup olmadığına karar veriyorduk. Hasta ameliyata giriyordu. Bazen apandisit çıkıyordu bazen çıkmıyordu. Ama bugün bilgisayarlı tomografi ile akut apandisit tanısını net bir şekilde koyuyoruz” diyor.
Direkt tedavi ediliyor
Geçmişten günümüze cerrahi işlemlerin azaldığına değiniyor Yurdaydın. Örneğin eskiden ülser için ameliyat yapıldığını bugünse sebebi bilindiği için direkt tedavi edildiğini söylüyor. Yurdaydın yeni ilaçların hastalıklarla mücadelede büyük başarıları beraberinde getirdiğinin de altını çiziyor. “Artık Hepatit C’nin 2-3 aylık yan etkisi olmayan tedavilerle yüzde yüze yakın tedavi imkanı var. Tedavi edilmesi gereken hepatit B hastaları için de bugün her hastada etkili tedavi yöntemleri var. Burada Hepatit C’de olduğu gibi mikrobu tamamen ortadan kaldıramıyoruz. Ancak hastalığa bağlı gelişebilecek ölümü, yan hastalıkları önleme konusunda yeni tedaviler sayesinde çok başarılıyız. Hepatit B tedavisi alan kişide karaciğer yetmezliği gelişmiyor, karaciğer nakline gerek kalmıyor” diyor.