Pek çok kişinin hayatında önemli bir yere sahip olan futbol, Türkiye’de hem ekonominin hem de psikolojinin merkezinde. Böylesine ilgi odağı olduğu için de büyük bir maddi kaynak bu alana aktarılıyor. Ancak maalesef futbol kültürümüz bütün bu ilgi ve sağlanan imkanların hala çok gerisinde. Buna en son örnek de Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde yaşanan olaylar oldu.
Altınordu’nun varoluş felsefesi olan “İyi birey, iyi vatandaş, iyi futbolcu” yetiştirmenin önemi bir kez daha tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.
***
Türk futbolunun öncelikli ve en önemli sorunu antrenörlerdir. İçlerinde birçoğu iyi niyetli olmasına rağmen futbolla ilgileri bir zamanlar “top oynamış” olmaktan öteye gitmeyen bu kişilerin, gençlerin potansiyelini ortaya çıkarmaları düşünülemez. Çünkü futbol, Altınordu örneğinde olduğu gibi, gençlere ve kulüplerin geleceğine değil, toplumsal başarıdan öte kişisel başarılara endekslidir. Maalesef kulüplerimizin çoğu da onlara sabır göstermez. Hemen başarı isterler. Ancak onların da sadece yapılan ve yapılabilecek transferlere değil, korkusuzca gençleri kazanma yolunda adım atacak ortama gereksinimi vardır. Yıllardır pro lisansı olup yedek kulübesinden çıkamayan teknik direktörlerin yerine teknik sorumluların kimler olduğu hepimizin malumudur.
***
Futbolu meslek olarak seçme başarısına ulaşan gençler, “şöhretli olur ve para kazanırlarsa” hiçbir sorunları kalmayacağına inanır. Şöhreti yönetmenin, baskı altında performans gösterecek direnci kazanmanın, rakibe saygı göstermenin, duyguları denetlemenin ve futbolun bütün paydaşlarıyla sağlıklı ilişki kurmanın yollarının öğrenileceği yer altyapıdır. Bugün durum değişmekte olsa da, Barcelona’nın geçmiş yıllardaki başarısının temelinde, takımda oynayan en az sekiz oyuncunun altyapıdan yetişmiş olması vardır. Sadece antrenör ve de futbolcular mı? Tabii ki hayır. Onlara ilave olarak yöneticilerimiz de Türk futbolunun geleceğini karanlığa itiyor.
***
Maalesef günümüzde kulüp yöneticilerinin bir bölümü, işler içinden çıkılmaz hale gelip başarısızlığa dönüştüğünde futbol Federasyonu’nu, hakemleri, teknik adamları ve şehri yönetenleri suçlayarak bırakıp gider. Bu anlattıklarıma örnek, Türkiye’de birçok kötü durumda olan kulüplerimiz var.
***
Ancak ben İzmir’in iki güzide takımını ele almak istiyorum. İşte asırlık çınar Karşıyaka ve Bucaspor’un geldiği, getirildiği nokta. Dile kolay, Karşıyaka tam 38 yıl sonra TFF 3. Lig’de. Transfer cezalısı olduğu için tamamı kendi altyapısından oyuncularıyla ölüm kalım savaşı veriyor. 11 haftalık periyotta 3 galibiyet, 3 beraberlik, 5 mağlubiyet ve 12 puanla 13. sırada. Karşıyaka’nın cefakar taraftarları 106. yıldönümünde görkemli ve de ses getirecek bir yürüyüş tertip etti. Neydi ‘Sevda Yürüyüşü’nün amacı? Karşıyakalı, stadyumu ve yalnızlığa terk edilen kulüpleri için herkesin elini taşın altına sokmasını istiyordu.
Sosyal medyada Türkiye gündemine oturdular, ancak İzmir ve Karşıyaka’nın duyarsızlarına seslerini duyurabildiler mi, ilerleyen günlerde göreceğiz. Bucaspor’da da işler Karşıyaka’dan farksız. Gençlerin sahada verdiği emek ve alın teri takdire şayan. 2 galibiyeti bulunan Bucaspor, 9 puanla ligin dibine demir atmış durumda. Lig uzun maraton, ancak futbolun da bazı gerçekleri var. Arma aşkıyla yanıp tutuşan genç aslan yürekler, güçlerinin yettiğince kulüplerinin zor günleri atlatması için var gücüyle çabalıyor. Ancak gerekli desteği alamadıklarını hep birlikte izliyoruz. İzmir’in bu iki güzide takımı için birliktelik ve kenetlenme şart. Artık iç savaşlara son verilmeli. Buradan sonrası karanlık dipsiz kuyu, bunun farkına varılmalı. Köstek değil, destek olunmalı.