Türbin motorlu otomobil denemeleri pek çok kez yapıldı. Ancak ilk örneklerinden biri, İtalyan Fiat’ın imzasını taşıyordu. 250 km/s hıza çıkabiliyordu ama motorun yarattığı ısı sürücüsünü eritebilirdi...
İnsanlar 20. yüzyıl başlarında, uzaya gitme fikrini Leonardo da Vinci’nin uçuk projelerinde ya da Jules Verne’in “Ay’a Seyahat”inde filan hayal ederken, otomobil üreticileri bunun “havada değil de yerde” nasıl gerçekleşebileceği üzerinde kafa patlatmaya başlamıştı. Özellikle İtalyanlar için “yollarda uçabilecek” otomobiller geliştirme fikri bir saplantı haline gelmişti diyebilirim. Nitekim bu fikrin öncülerinden biri olan 1917 model Fiat Botafogo, uçak motoru takılmış deneysel araçların önde gelen örneklerinden biri olarak adını yazdırmayı başarmıştı.
Ancak 2. Dünya Savaşı sırasında Almanların “Heinkel He-178” uçağına ilk kez jet motoru yerleştirmesi ve bu teknolojinin ünlü “Messerschmitt Me-262”de kullanılması oyunu, hatta hayalleri değiştirdi. Nitekim bu saatten sonra türbin motorları, motor teknoloji içinde kendisine hayli “prestijli” bir yer buldu... Çünkü Sovyetler Birliği ile Amerika arasında uzay savaşlarını ve savunma amaçlı roketlerde kullanılmaya başlamıştı.
Elbette bu teknolojinin, yeryüzünde daha hızlı gitmek isteyenleri cezbetmemesi, onlara çekici görünmemesi olanaksızdı. Daha önce defalarca uçak motorlu denemeler yapan Fiat, bu teknolojiyle de bir girişimde bulunmak istedi. Zira bu tip motorların avantajları da vardı.
Yerde uçmak için!
İtalyan mühendisler Luigi Rappi ve Dante Giacosa, bir “jet motorlu otomobil” yapma fikrini ortaya attı. İngiliz Rover da buna benzer bir otomobil üzerinde çalışıyondu ama olsun... Bunun için, şu sıralar muhteşem klasikler arasında sayılan ve “salya akıtan” bir “Fiat 8V” modelini alıp, “etinden, suyundan” misalı onun şasisiyle gövdesinden yararlandılar. Daha iyi bir aerodinami elde etmek ve otomobilin rüzgarı daha rahat yarabilmesini sağlayabilmek amacıyla farların bulunmadığı “sivri sayılabilecek” bir burun tasarlandı otomobil için. Aracın arka çamurluklarının üzerine, yan camların çizgisini izleyen kanatçıklar eklediler. Kapılar ise “intihar kapıları” diye bilinen ve önden arkaya doğru açılan cinstendi.
Beyaz ve kırmızı renklere boyanan otomobilin üzerindeki “Fiat” yazısı ise altın sarısına boyanmış, bir de İtalyan bayrağı eklenmişti. Yuvarlak hatları ve kanatlarıyla uçmaya hazır gibi duruyordu. Aracın arkasında, tam da bagajın orta yerinde kocaman bir çıkış bulunuyordu ki, buna “egzost” demeye dilim varmıyor... Ancak öyleydi... Gaz türbin motoru, arkada, tam da sürücünün ensesinde yer alıyor, arada ise herhangi bir ayırıcı bölme bulunmuyordu. İki mühendis, ona “Fiat Turbina” adını verdi. (Çok da yaratıcı olmuş!)
Sürücüyü eritebilirdi
Projeye 1948 yılında başlayan mühendisler, onu halka gösterene kadar 6 yıllık bir çalışma sergiledi. Bunca uzun ve zahmetli çalışmaya rağmen iki şeyden güç alıyorlardı: İtalyan endüstrisinin böyle bir teknoloji yaratabileceğini göstermek gelecekte kullanılabilecek alternatif bir motor yaratmak. Tabii o dönemlerde yakıt tüketimi pek de sorun değildi, anlayacağınız üzere...
Motorun türbini dakikada 20 bin devir çeviriyor, gücü de arka tekerleklere aktarıyordu. Sanırım bunun nasıl özel bir mühendislik gerektirdiğini söylememe gerek yok! Türbinin dönüşünü sağlamak için, tıpkı benzinli otomobillerde olduğu gibi yanma odasına yamkıt zerrecikleri püskürtülmesi ve bunun yüksek basınçlı havayla birleştirilmesi gerekiyordu. Fiat Turbina’da bir değil üç ayrı yanma odası vardı. Bu yanma ile birlikte yaklaşık 4 bin Newtonmetre tork yani çekiş gücü oluşuyordu ki, bu normal otomobillerinkiyle kıyas bile kabul olmazdı... Bu gücün, otomobili parçalamadan tekerleklere iletilmesi mucize gibiydi.
Fiat Turbina, sürücü “eriyip sıvı hale dönüşmeden” 250 km/s hıza ulaşabiliyordu. Çünkü motorun uzun süre çalışması sonucu ulaşacağı sıcaklık hayli yüksekti. Araç ilk olarak, Fiat’ın bugün bile “efsane” olarak anılan İtalya’nın Torino kentindeki “Lingotto” fabrikasının çatısında bulunan 2.1 km’lik pistte denendi. Başarılıydı...
Aynı kentteki bir havaalanında ilk gerçek testi yapıldı ve sonuç inanılmazdı. tanıtıldı. Tıpkı bir uçak kadar ses çıkarabiliyor ve hızlanabiliyordu.
1954’te Torino Motor Show’da bu kez kamuoyuna gösterildi. Aslında bu, onun halk arasında son görülüşüydü. Zira aracın seri üretimi yapılmadı ve dünyada “tek başına” kaldı. Ancak İtalyanların mühendislik ve endüstriyel becerisini sergilemiş oldu, hepsi bu... Şimdilerde Torino’daki bir otomobil müzesinde vakit geçiriyor…
Renk tercihlerinde 'grilik' atağı
Son dönemlerde, özellikle Alman üreticilerin modellerinde yeni bir “gri” çılgınlığı başlamış durumda. Son birkaç yıldır ülkemize de getirilmeye başlanan yeni gri tonları, her ne kadar birlirlerine benzerlik gösterseler de hem yapıları hem de isimleriyle farklılık gösteriyor. VW Grubu modellerinde “Aytaşı Gri” olarak tanımlanan bu renk, BMW’de ise Pravit ye de Skyscraper Gri olarak kendisini gösteriyor. Peki çirkin mi? Özellikle Avrupa yollarında da sıkça gördükten sonra diyebilirim ki “Hiç de bile”, aksine bazı modellere yakışıyor!