Belki bilmezsiniz ama otomobil tasarlamak, sadece oto tutkunlarının değil bazı mimarların da “can attığı” bir konudur çoğu kez. Hatta bir dönem ciddi otomobil, otobüs, tren tasarlayan hatta “komik” denilecek çizimleriyle bazı akımlara öncülük edenler de var...
Bendeniz gibi “tuvaletini söylemeye başlamadan önce otomobil tutkunu olan”lar, mutlaka ilk ya da ortaokulda “tasarımcı”lık hayali kurmuştur diye düşünüyorum. Hatta defterlerine, bulduğu kağıtlara otomobil tasarımları (ki genelde piyasada olan, üretilen otomobillerin değiştirilmiş hali olurdu) yapar, “Şunu firmaya göndersem, kesin işe alırlar ulennn!..” düşünceleriyle uyurdu...
Ancak bu hayalleri kuranlar, sadece otomobil tutkunu gençler değilmiş meger... Zira koca koca adamlar, hem de mimarlık okumuş, bina tasarlamak üzere eğitim almış hatta kendisine büro kurup, dünya çapında ünlenen mimarlar da otomobil tasarımcılığına özenmiş, niyetlenmiş meğer... Peki hayata geçmiş ya da üretilmiş mi? Çoğunluk için söylüyorum, elbette ki hayır! Peki bir şeylere benzemiş mi? Ehhh, işte! Ancak tıpkı yarattıkları binalarda yaptıkları gibi bir kuram, tarz, fikir ortaya koymuşlar. Şanslı olanları ise, en azından birkaç örnek üretip, eserini yollarda gösterme şansı bulmuş... Ama hepsi o kadar!
Peki neden dünyanın en ünlü binalarını çizerken, otomobil ya da “otobüs”, evet yanlış duymadınız “otobüs” tasarlamaya niyet etmişler? İsviçre kökenli Fransız (ya da tam tersi) mimar “Le Corbusier”, otomobillere hayranmış mesela. Hatta çizdiği binaların bir bölümünde otomobilden esinlendiği de olurmuş. Böylelikle gelecekteki şehirlerin nasıl olabileceğine ilişkin kuramlar geliştirip, ona göre binalar çizmeye çalışırmış.
Pergelle çizilmiş!
İşte bu fikirden yola çıkarak hem binalar hem de kendi kafasından geçen ideal otomobilleri tasarlamış... Genç bir mimarken, 1936 yılında bir kuruluşun açtığı yarışmaya katılmış. Burada amaç, çok pahalı olmayan, pratik ve geniş kitlelere hitap edebilecek bir araçmış. Tıpkı Hitler’in Ferdinand Porsche’den istediği gibi... Arada birkaç yıl var sadece... Le Corbusier ve kuzeni, “Voiture Minimum” (Minimum Otomobil diye çevirebilirsiniz) adını verdikleri bir proje çizmiş. Adından anlaşılacağı üzere minimalist ancak fonksiyonel bir otomobil yaratmak istemişler. Ortaya arkadan motorlu, iki kapılı, kurbağa görünümlü bir otomobil çıkmış. Hem de çizimi, mimarlıkta kullanılan cetvel ve pergel gibi aletlerle yapmış.
Araç hiç üretilme şansı bulamasa da, özellikle efsanevi Citroen 2CV’ye ilham olmuş. Yıllar yıllar sonra da, ünlü otomobil tasarımcısı Giugiaro, Le Corbusier sergisi için Italdesign’da bu aracın bire bir kopyasını yapmış. Bir tane de Londra Tasarım Müzesi’nin açılışına özel yapılmış. Ama hepsi bu kadar. Zaten Le Corbusier’in de bu otomobili kullanacağı yokmuş gibi anlaşılıyor. Nitekim ünlü bir mimar olduktan sonra, o dönemlerin lüks otomobil markalarından “Voisin”i seçmiş ve onu kendisine uygun olarak değiştirerek kullanmış... Yıllar sonra Renault da, önce onun anısına, adını taşıyan bir konsept üretti hatta...
Yaşam biçimi
Dünyanın, özellikle de Amerika’nın en önemli mimarlarından biri kuşkusuz Frank Lloyd Wright. Wright, sadece mimari eserleriyle değil, 20 yaşından itibaren biriktirmeye başladığı otomobillerden oluşan koleksiyonuyla da hayli ses getirmiş. Otomobillere olan tutkusu nedeniyle konsept benzin istasyonu çizimi bile yapmış. Bir de 1929 model turuncu-beyaz özel yapım Cord Cabriolet’nin kendi çizimi olduğunu söyleyenler var... Kendisi için özel modifiye ettiği ve lüks bir daire hissi veren özel kırmızı Lincoln’ü ise halen yaşıyor.
Tabii bir de bunlardan daha şanslı olup da, üretilen hatta yeniden yaratılıp hayata döndürülenler de var... Tıpkı “Dymaxion” gibi. Aracı 1930’larda tasarlayan Buckminster Fuller, zamanının ötesinde bir araç yaratmış. Tasarımı, kullanılan malzemeleri, otomobillere değişik bir bakış açısı getirmesi ve aerodinamik yapısıyla tamamen farklı... Üç tekerlekli olan, 11 kişiye kadar yolcu alabilen bu araç, 110 km/s hız yapabiliyormuş. Amerikalı felsefeci, mühendis, mimar, şair, yazar ve mucit olan Fuller, bu araçtan farklı zamanlarda toplam 3 adet imal etmiş. Yıllar sonra Dymaxion’un 4 numarası da, farklı bir kişi tarafından planlara sadık kalınarak üretilmiş. Araç, her ne kadar yürüyen bir karavan ya da ev gibi görünse de, aslında “Dymaxion”un bir ev versiyonu da var. Tasarımı otomobile benzese de, bildiğiniz devasa bir ev işte...
Peki ya günümüzde? Bu konuda daha çok örnek var. Zaha Hadid’in üç tekerlekli ve hidrojenle çalışması öngörülen “Z.Car” ve Londra’nın yeni iki katlı modern kırmızı otobüslerini belirlemek amacıyla yapılan seçmelere Aston Martin ile birlikte katılan mimarlık firması “Foster and Partners”ın çizdiği otobüs gibi... Tabii seçilen o değil... Ancak işin ilginç yanı, şu an Londra sokaklarında dolaşan ve tasarımı halen tartışılan yeni otobüslerin çizimi de bir mimara, Thomas Heatherwick’e ait... Ancak onun da otobüsün yanında bir de elektrikli otomobil konsepti bulunuyor.