DÜNYA Kupası'nı seyredip iki satır yazı yazayım diye Paris'e gönderdiler ya beni, hemen uzmanı kesildim şehrin, sevgili Milliyet okurları.
Hatta daha sonra gidecekler için bir de rehber hazırlama görevini bile üstlendim.
"Bizde nerde Paris'e gidecek para" demeyin.
Evleneceklere ve yurtdışına gideceklere Allah yardım ediyor.
Bakın Engin Cıvan'a, "Kuruşum yok" dedi ama aylardır Amerika'da paşalar gibi yaşıyor.
"Olsa, dükkan sizin abiler" deyip kimseye borcunu ödemeyen Bezmenler'in Amerika'da yaşadığı hayatı herkes anlata anlata bitiremiyor.
Madem söz alışverişten açıldı alışverişle başlayalım.
Paris bir alışveriş cennetidir.
Daha doğrusu markalı bişey almaya kalktığınızda fiyatları görüp cennetlik olma ihtimaliniz fazladır.
Düz bir cekete iki yıllık memur maaşını verirsiniz. Takım elbise istediniz mi üstüne Bağ - Kur emeklisinin birkaç aylığını daha koymak zorundasınız.
Bu yüzden akıllı Fransızlar sıradan, ucuz ceketlere ve elbiselere fiyakalı etiketler hazırlarlar. İçine de Franco Russe - Paris yazılır. Kimsenin tanıdığı biri değildir bu vatandaş. Belki de bizim "Gazi Osman Paşa" karşılığı tarihi bir paşadır ama olsun. La Fayette ve Printemps gibi büyük mağazalara gitmenizi ise hiç tavsiye etmiyorum. Kadıköy'den biraz daha büyükçe olan bu mağazalarda birbirini 1996 yılbaşından beri arayan tam 24 Türk aile var.
Türkiye'de kime sorsanız dünyanın en ünlü mutfağı Fransız mutfağıdır der.
Oysa Fransızların bundan haberi yoktur.
Hepsi sandviç yiyor sokaklarda.
Çünkü Paris'te sıradan bir restoranda dört kişinin yiyeceği yemek parasıyla son model bir otomobil alabilir hatta arkaya da dört tane paynır kolon taktırabilirsiniz.
Abartmıyorum, arkadaşlarımla 1995'te yediğim ve delikanlılık edip hesabı ödemeye kalktığım yemeğin kredi kartı borcu daha geçen ay bitti.
O gün elini cebine atmayan arkadaşlarımın şimdi hanları ve apartmanları var.
Seine Nehri üzerinde gezinen teknelerde yemek yeminiz de mümkün. Hesap gelmeden nehre atlamak kaydıyla tabii...
Paris'te spor denince insanın aklına sadece bir tek şey gelir.
Hayır, hayır ondan değil. Sizin niyetiniz kötü ben n'apiyim?!.
Hırsızlardan bahsediyorum...
Bir anda çantanızı uzun boylu ve muhtemelen daha önce 10.000 metre engellide dünya şampiyonu olan bir Cezayirlinin elinde görebilirsiniz. İşte size spor yapma fırsatı.
Bağırarak koşarsanız boşuna nefes tüketmiş olursunuz. Böyle durumlarda Parisliler derhal sağır olurlar. Buna polisler de dahildir.
Bu arada metrolardaki aktarmalar sırasında yapılan yürüyüşleri de yabana atmamak gerek. Bu aktarmalar sırasında öyle bir yol yürürsünüz ki, gideceğiniz yere yürüyerek gitmenin daha kolay olduğunu anlarsınız.
Bir - iki tanesine gidin işte. Louvre'da Mona Lisa'yı görün boyunuz uzasın.
Gündüzleri metroda, caddelerde, alışveriş merkezlerinde ve müzelerde o kadar çok yürütürler ki insanı akşama yanınızda Clodya Şifır olsa farketmez. Döner kıçınızı uyursunuz.
Bu yüzden gece gezecekseniz gündüz gezmeyin. Gündüz gezdiyseniz ve bekarsanız gece alemine takmayın kafanızı, yatın uyuyun.
Yıllardır evliyseniz mutlaka ama mutlaka uyuyun...
* Artık hamur tatlısı yenilmeyecek. Dokunuyor.
* Baklavacı yerine devlet soyulacak. Cezası yokmuş.
* Bundan sonra çalınacak baklavaların üzerinde Merkez Bankası amblemi, Atatürk resmi ve tel olmasına dikkat edilecek.
* Eşit cezaya itiraz edilecek. En çok baklavayı Reşat yemişti. Üstelik tepside kalan fıstakları da eliyle süpürüp mideye indirmişti. Ona 9 yıl bize 5 yıl verilmesi talep edilecek.
Yazara E-Posta: G.Mujde@milliyet.com.tr